Gayb akıl ve duyuların alanına girmeyen, bilgi edinilemeyen varlık alanı olarak tanımlanır, iman ile arasında sıkı bir ilişki kurulur. İma konuları gayb alanı olarak ifade edilir. Türk düşünürü Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’ye göre asıl iman gaybî
Dinîterminolojide gayb tabiriyle, “akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı” kastedilir. İslâm inancına göre gayb bilgisi yalnızca Allah’a aittir, Allah’tan başkası gaybı bilemez. Konu inanç alanında çok Devamını oku
İslamkültüründe akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı, gayb kavramıyla ifade edilir. Allah’ın (c.c.) emirlerine tam itaat eden, iyi nitelikteki ruhani varlıklara melek denir.
Yani"akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı" inceleyen ilim kastedilir. Tarih: 2019-07-11 15:15:05 Kategori: Sözlük Soru Tarat
Akılve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı 6. Duyularla algılanamayan, nuranî ve ruhanî varlık 7. 19. asrın sonlarında Amerika ve çeşitli Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan ve günümüze kadar düzensiz olarak da olsa devam ettirilmiş olan ve kutsal değerlere karşı başkaldırıyı temsil eden hareket 10.
Cevap Fatiha Suresi Hakkında Bilgi. yasemin Fatiha Suresi Kuranı Kerimin annesi gibidir. (Dördüncü ismi Fatihanın zaten ümmül kitabtır). Kuranı Kerime dair bütün hakikatleri içinde barındırır . Kuranı Kerimde 4 bölüm vardır ; Allah , peygamber , ahiret ve kader .
Xs3uW.
“Akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı.” ulaşabilmek ve dersinizi kolayca yapabilmek için aşağıdaki yayınımızı mutlaka ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen varlık Gayb“7. Sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders Kitabı Cevapları MEB Yayınları Sayfa 43” ile ilgili aşağıda bulunan emojileri kullanarak duygularınızı belirtebilir aynı zamanda sosyal medyada paylaşarak bizlere katkıda bulunabilirsiniz. 2023 Ders Kitabı Cevapları ☺️ BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
Dinî terminolojide gayb tabiriyle, "akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı" kastedilir. İslâm inancına göre gayb bilgisi yalnızca Allah'a aittir, Allah'tan başkası gaybı bilemez. Konu inanç alanında çok kolay ve pürüzsüz görünse de günlük hayat öyle değildir.İnsan yaratılışının gereği olarak bilinmeyen ve görünmeyene, esrarengiz olana karşı daima ilgi duymuş, onun bu istek ve ilgisi vahiy yoluyla ve peygamberler aracılığıyla belli ve yeterli ölçüde karşılanmış, fakat geride kalan boşluk ve sorular da her dönemde çeşitli çevrelerin istismarına konu olmuştur. İlk devirlerden itibaren gaybdan haber vererek insanların ilgisini çeken ve bu yolla itibar ve servet kazanan kâhin, büyücü, arrâf, falcı, medyum, ruhçu gibi şahısların hemen her toplumda görülmesi ve bunlar etrafında daima bir grup insanın kümelenmekte oluşu bunun açık örneğidir. Halbuki Resûl-i Ekrem, Allah'ın en sevgili kulu olmasına rağmen onun hakkında Kur'an diliyle meâlen şöyle buyurulur "De ki; Allah'ın dilemesi dışında ben kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim" el-A`râf 7/188. Yine Kur'an'da gaybı bilenin sadece Allah olduğu sıklıkla tekrar edilir, Allah'tan başka hiçbir varlığın gaybı bilmediği açıkça belirtilir el-En`âm 6/59; et-Tevbe 9/105; er-Ra`d 13/9; en-Neml 27/65. Peygamber Efendimiz de gaybdan haber veren kimseye inanan kimsenin kırk gün namazının kabul olunmayacağını, vahyi ve kitabı inkâr etmiş olacağını bildirerek Müslim, "Selâm", 125; İbn Mâce, "Tahâre", 102 ağır bir tehdit ve uyarıda bulunmuştur. Konuyla ilgili Kur'an âyetleri ve Hz. Peygamber'in açıklamaları dikkatlice incelendiğinde, gelecek bilgisi, bir şeyin Allah katındaki veya âhiretteki durumu gibi mutlak gaybın sadece Allah tarafından bilindiği, izâfî ve nisbî gaybın ise Allah'ın müsaadesi ve sünnetullah çerçevesinde insanlar tarafından bilinebileceği sonucu ve ayırımı çıkarılabilir. İzâfî gayb, yaratıklardan yalnızca belirli bir kısmının ilminin ilişkili olduğu şeyler diye tanımlanmaktadır. Bilgi ilişkisi olmayana göre bu gayb iken ilişkili olana göre gayb olmaz. Meleklerin bilip insanların bilmediği, insanlardan birinin bilip diğerinin bilemediği meseleler böyledir. İnanç alanında kalan, varlık ve mahiyeti hakkında aklî ve naklî deliller bulunan fakat duyularla idrak edilemeyen hususlar da bu kapsama girer. Bu açıklamalar ışığında ifade etmek gerekirse, İslâm dini insanın gayb âlemine karşı duyduğu ilgi ve merakı giderecek temel bilgileri Hz. Peygamber aracılığıyla duyurmuş, bu bildirilenlere inanmayı gayba inanma olarak nitelendirip inanç esası haline getirmiştir. Fakat insanın ilgi ve hayal dünyasının bu sınırda durmayacağını, gayb âlemiyle ilgili olarak vahyin bildirdiğinin dışında ve ötesinde bir arayışa girebileceğini de göz önünde bulundurarak temel bazı prensipler koymuştur. Bunlardan biri, Allah'tan başka kimsenin gaybı bilmediğidir. Bu ilke aynı zamanda, meydana gelecek olayları, kişilerin Allah katındaki veya gelecekteki durumlarını bildiğini iddia ederek gaybdan haber veren kimselere inanılmasını da yasaklamak demektir. Çünkü gaybı bilme iddiası dinen doğru olmadığı, insanların bilgisizliğinin ve zaaflarının sömürüsü olduğu gibi buna inanılması ve bu kabil kimselerden yardım umulması da İslâm inancına aykırıdır. Bununla birlikte toplumumuzda, gaybı bildiğini ve gaybdan haber verdiği izlenimini veren hatta bunu açıkça ileri süren şahısların, dinî konularda yeterince bilgisi bulunmayan kesimleri, sıkıntı ve ihtiyaç içindeki kimseleri acımasızca sömürdüğü de bilinen bir gerçektir. Günümüzde medyum ve falcıların etrafındaki insanların öğrenim ve sosyal statü seviyesinin toplum ortalamasının bir hayli üzerinde olması, olayın modern bilim eksikliğinden değil gerçek dinî bilgi ve şuur eksikliğinden kaynaklandığını göstermektedir. Bu tür olumsuz görüntünün Batı ülkelerinde de bir hayli yaygın olduğu bilinmektedir. Bunu önlemenin tek yolu ise, İslâm dininin doğru bir şekilde öğrenilmesi ve öğretilmesidir. Dinin varlıklar âlemine, dünya, ölüm ve ölüm ötesine ilişkin açıklamaları insanları bu tür sapma ve saplantılardan koruyacak güçtedir. Bid`atla ve gayb bilgisiyle ilgili yukarıdaki temel bilgilerden sonra burada, günümüz modern toplumlarında hızlı bir şekilde yaygınlaşma eğilimi gösteren ve zaman zaman da dinî inanış niteliği kazandırılan, hatta dinî çerçeveye oturtulan bazı yanlış inanış ve davranışlara değinilecektir. a Falcılık Falcılık denince, çeşitli tekniklerle gelecekten ve bilinmeyenden haber verme, gizli kişilik özelliklerini ortaya çıkarma sanatı kastedilir. İnsanoğlu tarih boyunca gerek kendisiyle gerekse çevresiyle ilgili bilinmezleri anlayıp keşfetmeye, geleceği hakkında bilgi sahibi olmaya ve böylece kendi kaderine hükmetmeye çalışmıştır. Şüphesiz ki bunda, bilinmeyene ve esrarengiz olana karşı duyulan merak ve tecessüsün de önemli payı vardır. Bunun için de insanlar ilk dönemlerden itibaren gizli yönleriyle ve gelecekleriyle ilgili olarak ileri sürülen iddia ve ipuçlarına karşı ilgisiz kalamamış, onun bu özelliği sihir, büyü, fal, kehanet gibi uğraşıların toplumda yer edinmesine ve revaç bulmasına zemin hazırlamıştır. Diğer bir ifadeyle, zaman içinde insanların gayba, bilinmeze ve gizemliye olan ihtiyacını ve eğilimini karşılamak üzere bu işi meslek edinenler çıkmış ve bunlar toplumda büyük itibar görmüşlerdir. Neticede kâhin, sihirbaz, büyücü, falcı, bakıcı gibi isimlerle anılan bu kişiler mistik sezgi güçlerinin bulunduğunu, görünmez varlıklarla temasa geçtiklerini ve sıradan insanların bilemediği bazı bilgilere sahip olduklarını ileri sürmüşlerdir. Bazı alet ve vasıtalarla veya bazı yöntemlerle içinde insanların kişilikleri ve gelecekleri hakkında tahmin ve yorumda bulunmayı, gelecekten haber vermeyi konu alan falcılık da bu uğraşların başında gelir. Konu, gaybdan haber verme, bilinmez etrafında mistik ve kutsal bir otorite oluşturma, tevhid inancını gölgeleme, insanların ilgi ve ümitlerini sömürme gibi birçok açıdan dinî bilgi ve geleneği ilgilendirmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de hem duyulur âlemin hem de duyular ötese âlemin mutlak hâkimiyetinin Allah'a ait olduğu bildirilir ez-Zümer 39/46; et-Talâk 65/12 ve Câhiliye dönemi âdetlerinden biri olan şans okları ile ezlâm fal tutup kısmet arama şiddetle yasaklanır el-Mâide 5/3. Hadislerde de kehanet yasaklanmış, bazı adlandırma ve eşyadan, hayvanların hareketlerinden uğursuz anlamlar çıkarma yahut çakıl taşı, nohut, bakla gibi nesnelerle veya bazı yöntemlerle falcılık da bu kapsamda görülerek yasaklanmıştır Ebû Dâvûd, "Tıb", 23. Bir başka hadiste de fal ve benzeri işlemlerin sonuçlarına itibar ederek bunlara inananların Muhammed'e indirileni inkâr etmiş sayılacağı, namazlarının kırk gün kabul edilmeyeceği şeklinde şiddetli bir uyarı gelmiştir Müslim, "Selâm", 125; İbn Mâce, "Tahâret", 122. Bunun için de İslâm'da, Allah'ın mutlak hâkimiyetine ve birliğine olan inancı zedeleyen, putlarla istişare etme, onlardan yardım bekleme gibi Câhiliye âdeti izleri taşıyan, insanı gerçek bilgi kaynaklarına ve gerçek sebeplere başvurmaktan alıkoyan her türlü faaliyet bâtıl görülmüş, fal ve falcılıkla ilgili işlemler de bu kapsamda mütalaa edilerek yasaklanmıştır. Hz. Peygamber'den yapılan bazı rivayetlerden Buhârî, "Tıb", 42; Müslim, "Selâm", 110-119, onun gelecek hakkında bazı karînelere dayanarak iyimser tahmin ve yorumda bulunmayı tasvip ettiği, fakat geleceğe dair bilgi sağlamayı, buna dayanarak da ümitsizlik veya uğursuzluk hislerine kapılmayı doğru görmediği anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber, insanların etrafındaki çeşitli olay ve eşyaya uğursuzluk atfetmesini kınayarak, "Sizden biri hoşlanmadığı bir şeyi gördüğünde, `Allahım! İyilikleri yalnız sen verir, kötülükleri de yalnız sen defedersin, senden başka güç ve kuvvet sahibi yoktur' desin" Ebû Dâvûd, "Tıb", 24 buyurmuştur. İnsanı sebeplere sarılmaktan alıkoyan uğur ve uğursuzluk anlayışı, Hz. Peygamber'in tebliğ ettiği İslâmî öğretiye ters düşmektedir. Çünkü İslâm'da insanın iradesi, gücü ve teşebbüsü sorumluluğun temelini oluşturur. Uğursuzluk inancının yasak kılınmasındaki asıl sebep de, buna inanan kişinin kendi irade ve gücünü inkâr yanında, yaratmayı Allah'a değil, bizzat uğursuz saydığı varlığa nisbet etmesidir. Fal ve falcılık da bu yanlış anlayışın bir başka yönünü teşkil eder. Âyet ve hadislerde gaybı bilme, insanın kaderini değiştirme ve geleceğini görme iddiası taşıyan, Allah'tan başka varlıklardan yardım alma gayesi güden, insanları sağlam bilgi kaynaklarına ve gerçek sebeplere başvurmaktan alıkoyan her türlü hurafe, bâtıl inanç ve uygulama yasaklanmıştır. Bu sebeple de çeşitli kültürlerde birçok tarz ve yöntemiyle yaygınlık kazanmış bulunan her türüyle fal ve falcılık, meselâ tuz falı, kahve falı, kurşun dök-me, el içi falı, Kur'an ve kitap falı İslâm'ın inanç ve bilgi sistemine uymaz. b Yıldız ve Burç Falı Halk arasında yıldız falı, burç falı gibi inanışları konu edinen astroloji, güneş, ay ve yıldız gibi gök cisimlerinin oluşum ve özelliklerinin dünya üzerindeki olayların hayır ve şer niteliği kazanmasına ve insanın geleceğine etkilerini konu alan bir uğraşıdır. İslâm dünyasında önceleri ilm-i nücûm, hem astronomiyi hem de astrolojiyi kapsayan bir terim iken bilim ve teknolojide son yüzyıllardaki gelişmeler sonucu bu iki ilim birbirinden ayrılmış ve astronomi tamamen pozitif bir bilim dalı, astroloji de bilimsel temelleri olmayan bir uğraş ve inanış haline gelmiştir. Pozitif bir bilim olan astronomi, yıldız, ay, güneş gibi gezegenlerin sayı, hareket ve özellikleri ile ilgili bilgilere sahip olmayı konu edindiğinden duyularla alâkalı bir alandır. Güneşe bakarak kıblenin tayini, rüzgâra bakarak yağmurun tahmini, güneş ve ay tutulmalarının tesbiti gibi yöntem ve uğraşılar astronomi anlamında ilm-i nücûmun kapsamına girer. İslâm dininin pozitif bir ilim olan astronomi incelemelerine karşı çıkması şöyle dursun, birçok Kur'an âyetinde bunlara ufuk açılmış ve bu alandaki araştırmalar özendirilmiştir. İlm-i nücûm tabirinin ifade ettiği ikinci anlam olan astroloji ise tamamen veya kısmen vasıtasız bilgileri ve gaybdan haber vermeyi içermektedir. Konu bu yönüyle dinî bilgi ve kültürümüzü yakından ilgilendirmektedir. Batı'daki astroloji çalışmaları Batlamyus'un düşüncelerine dayanmaktadır. Ona göre gök cisimlerinden şua olarak yayılan güçler, etkisi altına aldıkları yeryüzündeki varlıkların tabiatını, kendisinden yayıldıkları gök cisimlerinin tabiatını temsil etmeye yöneltirler. Batlamyus nazariyesine göre semada kırk sekiz yıldız kümesi vardır. Bir yıl boyunca güneş bunlardan on iki tanesine uğrar. Güneşin uğradığı yıldız kümelerine burç, geri kalan otuz altı yıldız kümesine de sûret adı verilir. O, semada kırk sekiz burç saymıştı. Güneşin her burca uğradığı esnada yaydığı şua insanların tabiat ve karakterinde derin izler bırakmaktadır. Doğu'da ise ilm-i nücûm iki kaynaktan beslenmiştir Sâbiîlik ve Hint astronomisi. İslâm öncesi Araplar'da bu iki kaynağın da etkili olduğu söylenebilir. İlm-i nücûm kapsamına giren faaliyetler daha çok Arap yarımadasının güney kesiminde icra edilmekteydi. Buraya ise Sâbiîliğin bir kolunun hâkim bulunduğu Yemen'den geldiği tahmin edilmektedir. Sâbiîler, yeryüzünde meydana gelen bütün değişikliklerin, gök cisimlerinin özel yapıları ve hareketleri ile sıkı bir biçimde ilişkili bulunduğuna inanmaktaydılar. Bir olan Tanrı'dan çıktığını kabul ettikleri feleklerin gök cisimleri canlı varlıklar olduğunu, tıpkı insanlar gibi nefis ve akla sahip bulunduğunu, Tanrı'nın alt âlemler üzerindeki yönetimini bu felekler aracılığıyla icra ettiğini kabul etmekteydiler. Özellikle küçük âlem olarak kabul ettikleri insanın, büyük âlem ile ilişkili olup onun etkisi altında bulunduğuna inanmakta, onun her türlü saadet ve bedbahtlığının bu feleklerin yapı ve hareketlerinden kaynaklandığını iddia etmekteydiler. Hint astronomi bilginleri ise, yıldızların asıl mahiyetinden değil, özelliklerinden hükümler çıkarmışlardı. Söz gelimi, hacminin büyüklüğü ve mekânının yüksekliğinden ötürü zühal yıldızını saadetin kaynağı saymışlar ve her türlü saadetin buradan verildiğini iddia etmişlerdi. Yine, ayın bir aylık seyrini yirmi sekiz menzile ayırmışlar, her bir menzilin yeryüzündeki varlıklar üzerine farklı tesirlerinin bulunduğunu ileri sürmüşler, bu inanış Araplar arasında da yaygınlık kazanmıştı. Bu sebeple olmalı, müslüman astrologlar, gök cisimlerini gerçek fâiller olarak kabul eden Batlamyus geleneğini ve onları Tanrı ile alt âlemler arasında ara elemanlar olarak gören Sâbiîler'in yaklaşımını benimsememişler, onlar daha çok Hint geleneğinin etkisinde kalmışlardır. Müslüman astrologların gök cisimlerini gelecekteki olaylara işaret eden deliller olarak telakki etmesi ve bu konuda bazı teoriler geliştirmeleri bu etkileşimden kaynaklanır. İslâm bilginleri arasında astrolojinin dinî yönden geçerliliği konusu tartışılmıştır. Bir kısım bilginler yıldızlar, yıldızların mevki ve menzilleri hakkındaki âyetleri Yûnus 10/5; en-Nahl 16/16; Fussılet 41/16; ez-Zâriyât 51/4; en-Necm 53/1; el-Vâkıa 56/7; Nûh 71/15-16; en-Nâziât 79/5 ile Peygamberimiz'den rivayet edilen "ay ve güneşi gözetmenin fazileti"ne ilişkin hadisleri delil göstererek astroloji anlamında ilm-i nücûmun câiz olduğunu ileri sürmüşler, hatta İdrîs ve İbrâhim peygamberleri bu sanatı ilk uygulayan kimseler olarak tanıtmışlardır. Fahreddin er-Râzî, İbnü'l-Arabî ekolüne mensup sûfîler, Ca`fer-i Sâdık ve Şîa bilginleri bu görüşün sahipleri arasında anılabilir. Bu eğilim sahiplerinin dönemlerindeki astroloji geleneğinden geniş çapta etkilendikleri ve o dönemde halk arasında geniş kabul görmüş inanışları dinî bilgilerle uzlaştırma yoluna gittikleri görülmektedir. İslâm âlimlerinin çoğunluğu ise, Peygamberimiz'in ilm-i nücûmu yasakladığına dair hadislerinin bulunduğunu Buhârî, "Salâtü'l-küsûf", 13; Müslim, "Selâm", 35; Ebû Dâvûd, "Tıb", 22, karşı tarafın ileri sürdüğü âyet ve hadislerin astronomi hakkında olduğunu, güneş, ay ve yıldızların hareketlerine bakarak bunlardan dünyadaki olayların ve insanların geleceğine ilişkin sonuç çıkarmanın aldatmaca olduğunu, dinî bilgi ve inançla çeliştiğini, bu işle uğraşanların şirke düştüklerini iddia etmişlerdir. Yıldız ve burç falı uğraşısı, eski Hint geleneğine kadar uzanan bir geçmişe ve astronomiyle birlikte ele alındığı dönemlerde bilimsel bazı açıklamalara sahip görünse de esasen insanın uçsuz bucaksız varlıklar âlemi karşısındaki acz ve merakının, bunalım ve arayışının ürünüdür. Kur'an'da kâinatın muhteşem düzenine, güneş, ay ve yıldızlara sürekli dikkat çekilmiş ise de bunlar da dahil yeryüzündeki bütün varlıkların Allah'ın emrine râm oldukları, yaratıcı, etkileyici ve yönlendirici bir güçlerinin bulunmadığı, her şeyin Allah'ın sevk ve idaresinde olduğu sıklıkla vurgulanmıştır. Bu vurgunun bir sebebi de, insanın mahiyetini tam bilemediği bu varlıklar etrafında metafizik bir bilgi ve beklenti teorisi oluşturmasını engellemek, Allah'ın varlığı ve tekliği fikrini kökleştirmektir. İslâm'ın özünü teşkil eden tevhid inancı, geleceğin mutlak gayb olup Allah'tan başka kimsenin gaybı bilemeyeceği, insanın kendi geleceğini kazâ ve kader çerçevesinde kendisinin çizeceği ilkesi de, yıldız ve burç falına itibar etmeyi, onlara bir anlam ve ümit yüklemeyi reddeder. Günümüz toplumlarında bu tür uğraşıların bir hayli revaçta olması, bir yönüyle İslâm'ın bu ilkelerinin iyi hazmedilememiş, dinin eğitim ve öğretiminde boşlukların meydana gelmiş olmasıyla, bir yönüyle insanların bilgisizliğini, merak ve zaaf içinde oluşunu fırsat bilenler için ekonomik bir sektör teşkil etmesiyle açıklanabilir. c Kehanet Gaybdan haber vermenin bir başka türü de kehanettir. Bu işi yapan kişilere kâhin denir. Câhiliye Arapları derin bir araştırmaya dayanan bilgilere sahip olan kişilere de kâhin derlerdi. Dinî literatürde de kâhin denince, gelecekte meydana gelecek olayları bildiğini iddia eden, gizli ve görünmeyen âlemden haberdar olduğunu söyleyen kişilerin genel adı olmuştur. Kehanetin, modern bilimin yeterince gelişmediği, dinî bilginin de eksik kaldığı dönem ve toplumlarda bir hayli yaygın olduğu, bunun da temelinde, yukarıda temas edildiği üzere, insanın bilinmeyene ilgi duyması, gizemli olanı merak etmesi, etrafında olup bitenlerin sebebini kavrama isteyişi gibi bir sâikin yattığı söylenebilir. Ancak İslâm dini Allah'tan başka varlıkların gaybı bileceği ve insanın kaderini etkileyebileceği inancını içeren, neticede tevhid esasını zedeleyen her türlü bâtıl inanış ve yönelişe karşı sert bir tavır almış, bunun için de falcılığı, uğursuz sayma inancını ve kehaneti yasaklamıştır. Kur'ân-ı Kerîm ve hadislerde kehanet yasak edilmekte, kâhinler yerilmekte, onları tasdik edenin Hz. Muhammed'e indirileni inkâr etmiş olacağı Ebû Dâvûd, "Tıb", 2; Tirmizî, "Tahâret", 102; İbn Mâce, "Tahâret", 122, cennete giremeyeceği Müsned, III, 14 ve kırk gün namazının kabul edilmeyeceği Müslim, "Selâm", 33 ifade edilmektedir. Bu ağır tehdit, fal ve kehanet inancının, falcı ve kâhinlerden yardım istemenin İslâm'ın özüne ve inanç sistemine temelden aykırı olması sebebiyledir. d Cincilik Cin, duyu organları ile algılanamayan ve insanlar gibi şuur ve iradeye sahip bulunan, ilâhî emirlere uymakla yükümlü tutulan varlık türünün adıdır. Cin kelimesinin kökünde Arapça'da, örtme, gizleme ve gölgeleme anlamı mevcut olup duyu organlarıyla algılanamayan gizli ve ruhanî varlıklara cin denmesi bu sebepledir. Kur'ân-ı Kerîm'de verilen bilgilere göre, cinler de insanlar gibi Allah'a kulluk için yaratılmıştır. Cinler insanlara göre bazı üstün güçlere sahip olsalar da gaybı bilemezler el-En`âm 6/100, 116; el-Hicr 15/27; Sebe' 34/14; ez-Zâriyât 51/56; er-Rahmân 55/15, 56. Hadislerde de, meselâ her insanın yanında bir cin bulunduğu, cinlerin müminlere vesvese vermeye çalıştığı gibi bazı açıklamalar yer alsa da, cinlerle ilgili ayrıntı verilmez. Bunun için de cinlerin tanım ve mahiyeti öteden beri İslâm bilginlerini meşgul etmiş, bu konuda çoğu tahmin ve akıl yürütmeye dayalı çeşitli teori ve açıklamalar gündeme gelmiştir. Bu bağlamda olmak üzere İslâm bilginleri, insanların duyular ötesi âlemle irtibat vasıtalarından birisinin de cinler olduğunu ifade ederler. Yukarıda atıf yapılan âyetlerde de bu yönde işaretler vardır. Cinlerin bilgilerinin de sınırlı olduğu, mutlak gaybın onlar için de kapalı bulunduğu bilinmekle birlikte cinlerin insanlar için nisbî gayb sayılan bazı olayları bildiği veya müşahede edebildiği sanılmaktadır. Âyet ve hadislerin cinlerin varlığından bahsedip daha fazla açıklama yapmamasının meydana getirdiği bilgi boşluğu ve merak, İslâm toplumlarında hemen her dönemde çeşitli kimselerin bu alanda özel bilgi sahibi olduğu iddiasıyla ortaya çıkmasına da âdeta uygun bir ortam hazırlamıştır. Bazı İslâm bilginlerinin cinlerin insan üzerindeki olumlu veya olumsuz birçok etkiye sahip olduğu şeklindeki görüşleri, cinlerin sihir ve büyü aracı olarak kullanılmasına veya böyle bir iddiaya kaynaklık etmiş, neticede diğer faktörlerin de sonucu, gerek müslüman toplumlarda gerekse diğer Batı ve Doğu toplumlarında cincilik ve huddâmcılık bir sektör haline gelmiştir. Ancak cinlerle ilgili olarak âyet ve hadislerde bildirilenlerin dışındaki yorumların eski İran, Türk ve Hint kültürlerinden intikal ettiği anlaşılmaktadır. Öte yandan İslâm âlimlerinin çoğunluğu cinlerin, varsa veya inanılıyorsa, tesirinden ve tehlikesinden kurtulmak, onlara mâruz kalmamak için Kur'an okumanın yeterli olacağını belirtmişler, başka bir yola başvurulmasını doğru bulmamışlardır. Şu halde müslüman bir kimsenin cinlerden korkmaması ve Allah'ın izni olmadan, bir varlığın başka bir varlığa zarar veremeyeceğine gönülden inanması gerekir. Diğer varlıklardan gelebilecek zararlara karşı Allah'a sığınmak gerektiği gibi cinlerden gelebilecek zararlar hususunda da aynı tutuma sadık kalınmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber'in de cinlerin insanı etkilemesine karşı Âyetü'l-kürsî'yi ve Muavvizeteyn'i Felâk ve Nâs sûreleri okuyarak bu yönde örnek davranış gösterdiği rivayet olunmuştur. İslâm açık ve doğru bilgiyi Kur'an'la ve Hz. Peygamber'in açıklamalarıyla getirmiş, insanları bunlarla sorumlu tutmuş, ölüm ve duyular âlemi ötesi varlıklar âlemiyle ilgili olarak da gerektiği kadar ve yeterli düzeyde açıklama yapmıştır. Nitekim ilk çağlardan beri cinlerle ilgilenme, onlardan bilgi toplama peşinde koşanlar ve bu uğurda ömür tüketenler, bütün insanlığın değil, tek bir insanın hidayetine yetecek kadar bir bilgi birikimi bile elde edememişlerdir. Müslümanların bu bilgilerle yetinmesi, insanoğlunun bilinmeyene ve gizemliye olan tabii merakını istismar ederek bundan çıkar sağlayan, yaptıkları işe de dinî bir görünüm ve mahiyet atfeden kimselere itibar etmemesi gerekir. Cinciler etrafında daha çok dinî bilgisi eksik, çaresizlik ve imkânsızlık içinde olan kimselerin kümeleştiği dikkate alınırsa, toplumumuzda hem dinî eğitimin tam ve doğru şekilde yapılmasının hem de devletin gerekli sosyal güvenlik ve sağlık tedbirlerini almasının zaruret derecesinde önem kazandığı anlaşılır. e Büyücülük Gaybdan haber verme iddiası, falcılık ve cincilik türü faaliyetlerin belki de en ağırı büyücülüktür. Arapça'da sihir kelimesiyle ifade edilen büyü, gözbağcılık ve hile yoluyla insanları manyetize ederek tabiat kanunlarına aykırı olaylar ortaya koyma ve insanları yanıltma sanatının adı ise de Türkçe'deki büyü kelimesi başta sihir, muskacılık ve cincilik olmak üzere kişilerin maddî-mânevî araçları kötüye kullanarak bazı gayeleri gerçekleştirme çabasını da içine alır. Kur'an'da sihir kavramına değişik vesilelerle sıklıkla temas edilmiş ve bu âyetlerde özetle Allah'ın diğer peygamberlere ve Hz. Muhammed'e indirdiği vahyin ve bu peygamberlerin hak olduğu, sihir ve sihirbaz olmadığı bildirilmiş, geçmiş peygamberlere karşı sihirbazların yürüttüğü muhalefet ve iftira kampanyasına değinilmiş, sihirbazların felâh bulmaz yalancı ve düzenbazlar olduğu ifade edilmiştir bk. el-A`râf 7/116; Yûnus 10/76-77; Tâhâ 20/69; ez-Zuhruf 43/30; ez-Zâriyât 51/52. Hadislerde de sihir yapma yedi büyük günah arasında sayılmıştır Buhârî, "Vesâyâ", 23; Müslim, "Îmân", 144. Büyücülüğün, kökü ilk dönem toplumlarına kadar uzanan uzun bir geçmişi vardır. Büyü, temelinde menfaat olan bir davranış olduğundan din ve kutsal tanımaz. Büyüde Tanrı'nın irade ve kudreti üstünde işler başarabilme iddiası vardır. İslâm dini büyü yapma ve yaptırmayı büyük günahlardan saymış ve ona şiddetle karşı çıkmıştır. Büyünün gerçeklik ve etki derecesinin ne olduğu tartışması bir tarafa, İslâm âlimleri Allah'ın dilemesi dışında büyünün kimseye bir zararının dokunmayacağını, müslümanın büyüyle uğraşması ve büyü yaptırmasının haram olduğunu ifade etmişlerdir. Büyü yapılmış kimselerin bunun etkisinden kurtulmak için bu işi büyü yapmayı meslek edinmiş kimselere başvurmaları sakıncalıdır. Öncelikle yapılacak şey Allah'a sığınmak, ibadet ve dua etmek, yoksullara sadaka vermektir. Âlim, takvâ sahibi ve güvenilir bir kimse büyü mağdurlarına yardımcı oluyorsa ondan yararlanmak da mümkündür.
1 Akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı olarak tanımlanır? a Melek b Cin c Gayb d Şeytan 2 Hangisi Gayb aleminde değerlendirmez? a Melek b Ahiret c Cennet d Kur'an 3 Hangisi cinlerin özelliklerinden değildir? a Topraktan yaratılmıştır b İrade sahibidirler c Görünmezler d Kur'an'da cin suresi vardır 4 Hangisi Şeytanın özellikleri değildir? a Diğer ismi iblistir. b Eskiden bir melekti. c Ateşten yaratılmıştır. d Hz. Adem'e secde etmemiştir. 5 Allah’ın emirlerine tam itaat eden, iyi nitelikteki ruhani varlıklara ne denir? a Gayb b İnsan c Cinler d Melekler 6 Hangisi Meleklerin özelliklerinden değildir? a İradeleri yoktur. b Evlenmezler. c Gaybi bilirler. d İnsan şekline girebilirler. 7 Aşağıdaki bilgilerden hangisi yanlıştır? a Melekler insanlardan önce yaratılmıştır b İlk insan ve ilk peygamber Hz. Nuh 'tur c Melekler nurdan yaratılmışlardır. d Hayvanlar sudan yaratılmışlardır. 8 Hangisi 4 büyük melek değildir? a İsrail b Mikail c İsrafil d Cebrail 9 Vahiy Meleği kimdir? a Cebrail b Mikail c İsrafil d Azrail 10 Tabiat olayları düzenleyen melek? a Cebrail b Mikail c İsrafil d Azrail 11 Can alan melek? a Cebrail b Mikail c İsrafil d Azrail 12 Kıyamet gününde sure üfleyen melek? a Cebrail b Mikail c İsrafil d Azrail 13 Dünyada iyilik ve kötülüklerimizi yazan melekler? a Hafaza melekleri b Münker Nekir c Rahmet melekleri d Kiramen Katibin 14 Kabirde bizi sorguya çeken melek? a Hafaza melekleri b Münker Nekir c Rahmet melekleri d Kiramen Katibin 15 İnsanları sever onların iyiliğini ister ve bunun için çalışırlar. Zor durumda olan insanlara yardım ederler. İnsanlar için dua ederler? a Hafaza melekleri b Münker Nekir c Rahmet melekleri d Kiramen Katibin 16 “İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar? a Hafaza melekleri b Münker Nekir c Rahmet melekleri d Kiramen katibin 17 Cennet Bekçisi? a Malik b Rıdvan c Mikail d Adnan 18 Cehennem Bekçisi? a Malik b Rıdvan c Mikail d Adnan 19 Dünya hayatını takip eden hayat, dünya hayatındaki amellerin, söz, davranış ve eylemlerin sonuçlarının alınacağı ve değerlendirileceği zaman demektir? a Cennet b Kabir c Cehennem d Ahiret 20 Ahirete geçişin ilk aşamasıdır. Canlıların dünya hayatının sona ermesi, hayata veda etmesi demektir? a Ahiret b Kabir c Ölüm d Berzah 21 Peygamberimize “İnsanların en akıllısı hangisidir?” diye soruldu. Hz. Peygamber şu cevabı verdi a “Ölümü en çok hatırlayanlar ve ölümden sonrası için en güzel şekilde hazırlananlardır b Salih amel işleyenler c Fakirlere yardım edenler d Namaz kılanlar 22 sözlükte; kalkmak, ayağa kalkmak, doğrulmak, dirilmek anlamlarına gelir. İslami bir kavram Allah’ın ezelde takdir ettiği zaman gelince dünyadaki bütün canlıların ölmesi, sonra bütün ölmüşlerin Allah tarafından diriltilmesi, mahşer yerinde toplanması, hesaba çekilmesi ve dünyadaki yapılan işlerin karşılığının verilmesidir. a Haşr b Mahşer c Kıyamet d Mizan 23 İkinci sûra üflenmesiyle beraber ölüler Allah tarafından başka bir âlemde tekrar diriltilecek ve dünyada yaptıklarının hesabını vermek üzere toplanacaklardır. İşte yeniden diriltilen kişilerin hesap vermek üzere toplanmasına ne denir? a Mahşer b Haşr c Kıyamet d Yeniden diriliş 24 İnsanların hesap vermek üzere toplanacakları büyük alana ne denir? a Mahşer b Haşr c Yeniden diriliş d Haşir 25 Ahirette insanların günah ve sevaplarının, iyilik ve kötülüklerinin tartılacağı manevi bir terazidir? a Misal b Tartı c Mizan d Mavzer 26 Günahsız, günahları affedilen ya da günahlarının cezasını cehennemde çekmiş olan müminlerin, içerisinde sonsuza dek kalacakları yere ne denir? a Cehennem b Ahiret c Cennet d sırat 27 İnanılması gereken şeylere inanmayan ya da inandığı hâlde inanmayanların hayatını sürdüren ve günahı affedilmeyen insanların ahiret âleminde cezalandırılacakları yere ne denir? a Cennet b Cehennem c Ahiret d Araf 28 Şu imtihanı dünyada olanlar başıboş değiller. Saadet sarayları ve zindanlar onları bekliyor.'' Cümlede geçen 'Saadet sarayları' neyi kastetmektedir? a Külliye b Dünya sarayları c Cennet d Cehennem 29 ''Şu imtihanı dünyada olanlar başıboş değiller. Saadet sarayları ve zindanlar onları bekliyor ve gözlüyor.'' Cümle içinde geçen 'zindan' neyi kastetmektedir? a Cennet b Ahiret c Kabir d Cehennem 30 Allah'ın bir mucizesi olarak babasız dünyaya gelen Peygamber kimdir? a b Hz. Musa c Hz. İsa d Hz. İlyas 31 Hz. İsa'nın annesinin adı nedir? a Hz. Havva b Hz. Meryem c Hz. Asiye d Hz. Halime 32 Hz. İsa'ya verilen ilahi kitap hangisidir? a Tevrat b Zebur c İncil d Kur'an 33 Kendisinden sonra Ahmed isminde bir peygamberrin geleceğini müjdeleyen Peygamber kimdir? a Hz. İsa b c d 34 Hangisi Hz. İsa'nın bir mucizesi değildir? a Beşikte konuşması b Doğuştan körü ve alacalıyı iyileştiriyordu c Ölüyü diriltiyordu. d Ayı parmağıya ikiye bölüyordu 35 Hz. İsa'ya inananlara ne deniliyordu? a Sahabiler b Ashab-ı Kef c Havariler d Müslümanlar 36 ''Nas'' Kavramının anlamı nedir? a Melekler b Hayvanlar c Cinler d İnsanlar 37 Nâs suresine, Felak suresi ile birlikte ne denir? a Sureteyn b Muavvizeteyn c Kerameteyn d Cinneteyn 38 Kur’an-ı Kerim’in 114. ve sonuncu suresi olan 6 ayetten oluşan sure hangisidir? a Nas b Fatiha c Alak d İhlas 39 Kul eûzü birabbinnâs. Melikinnâs. İlâhinnâs. Min şerril vesvâsil hannâs. Ellezî yüvesvisü fî............nnâs. Minel cinneti vennâs. Noktalı yere hangi kelime gelir? a suduri b kuburi c vennasi d vesvasi 40 Nas suresinde ''her şeytanın şerrinden'' hangisine sığınmaz? a insanların Rabb’ine b insanların İlahı’na c insanların Melik’ine d İnsanların Peygamberlerine ลีดเดอร์บอร์ด ลีดเดอร์บอร์ดนี้ตอนนี้เป็นส่วนตัว คลิกแชร์เพื่อทำให้เป็นสาธารณะ ลีดเดอร์บอร์ดนี้ถูกปิดใช้งานโดยเจ้าของทรัพยากร ลีดเดอร์บอร์ดนี้ถูกปิดใช้งานเนื่องจากตัวเลือกของคุณแตกต่างสำหรับเจ้าของทรัพยากร ต้องลงชื่อเข้าใช้ ตัวเลือก สลับแม่แบบ การโต้ตอบ รูปแบบเพิ่มเติมจะปรากฏเมื่อคุณเล่นกิจกรรม
Falcıların ve medyumların kapısını çalan çok sayıda vatandaş, 'asrı gayb'ın ne demek olduğunu araştırıyor. Birçok internet kullanıcısı asrı gayb nedir, asrı gayb tılsımlı duası nasıl okunur sorularını merak ediyor. Detaylar haberimizde... İslam dini terminolojisinde gayb tabiriyle, 'akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı' kastedilir. İslam inancına göre gayb bilgisi, yani gelecek bilgisi yalnızca Allah'a aittir, Allah'tan başkası geleceği bilemez. Konu inanç alanında çok kolay ve pürüzsüz görünse de günlük hayat öyle değildir. Birçok vatandaş, "asrı gayb nedir", "asrı gayb tılsımlı dua nasıl okunur?", "asrı gayb tekniği nsıl yapılır" sorularının cevaplarını internette araştırıyor. İnsan yaratılışının gereği olarak bilinmeyen ve görünmeyene, esrarengiz olana karşı daima ilgi duymuş, onun bu istek ve ilgisi vahiy yoluyla ve peygamberler aracılığıyla belli ve yeterli ölçüde karşılanmış, fakat geride kalan boşluk ve sorular da her dönemde çeşitli çevrelerin istismarına konu olmuştur. İlk devirlerden itibaren gelecekten haber vererek insanların ilgisini çeken ve bu yolla itibar ve servet kazanan kâhin, büyücü, arrâf, falcı, medyum, ruhçu gibi şahısların hemen her toplumda görülmesi ve bunlar etrafında daima bir grup insanın kümelenmekte oluşu bunun açık örneğidir. Buna karşın, mümkün olmasa dahi insanlar gaybdan, yani gelecekten haber ve bilgi alabildiklerine inandıkları çeşitli dualar okumaktadır. Bunlardan birisinin de asrı gayb tılsımlı duası olduğuna inanılıyor. GAYB NE DEMEK? Arapça'da gayb kelimesi, 'gizli kalmak, gizlenmek, görünmemek, uzaklaşmak, gözden kaybolmak' anlamında ve 'gizlenen, hazırda olmayan bulunmayan şey' manasında isim veya sıfat olarak kullanılır. Râgıb el-İsfahânî gaybı 'duyular çerçevesine girmeyen ve aklın zaruri olarak gerektirmediği şey', İbnü’l-Esîr de 'kalplerde zihinlerde mevcut olsun veya olmasın gözlerden gizli kalan her şey' tarzında açıklamışlardır. ASRI GAYB NEDİR? Asrı gaybın, yaşadıklarının ve gördüklerinin ele alınıp gelecek hakkında yorum yapılması anlamına geldiği söylenmektedir. Kişinin, arkasından iş çevirenleri görmek amacıyla asrı gayb duası okuduğu ifade edilir. ASRI GAYB TILSIMLI DUA TEKNİĞİ NASIL YAPILIR? Herhangi bir dilek için 2 rekat namaz kılarak, ihlas suresi okunur. İçerisinde tılsımlı dualar bulunmaktadır. ASRI GAYB DUASI NASIL OKUNUR? * Ricâl-i gayb, ayın 7'sinde, 14'ünde, 22'sinde ve 29'unda doğu tarafına müteveccih olurlar. * Ayın 6'sında, 27'sinde, 28'inde Eyân tarafına müteveccih olurlar. * Ayın 3'ünde, 15'inde, 23'ünde ve 30'unda kuyez tarafına müteveccih olurlar. * Ayın 5'inde, 13'ünde, 20'sinde Bâyed tarafına müteveccih olurlar. * Ayın 4'ünde, 12'sinde, 19'unda, 27'sinde batı tarafına müteveccih olurlar. * Ayın 8'inde, 11'inde, 18'inde, 26'sında güney tarafına müteveccih olurlar. * Ayın 7'sinde, 9'unda, 16'sında, 24'ünde Büknâ tarafına müteveccih olurlar. * Bir işin tahakkuku istendiğinde arka onlara döndürülüp hatıra şöyle getirilir "Allah Teâlâ'ya ve sonra size dayandım. Yardımcım sîzsiniz. Allah'a niyaz edin murâdımı hâsıl etsin" * Her ne murad ve maksûd var ise söylenir. Hak Teâlâ'nın maksûduna nâil kılması umulur. GELECEKTEN HABER ALINABİLİR Mİ? İslam'da Allah'tan başka kimsenin geleceği bilmesi mümkün değildir. Bu ilke aynı zamanda, meydana gelecek olayları, kişilerin Allah katındaki veya gelecekteki durumlarını bildiğini iddia ederek gaybdan haber veren kimselere inanılmasını da yasaklamak demektir. Çünkü gaybı bilme iddiası dinen doğru olmadığı, insanların bilgisizliğinin ve zaaflarının sömürüsü olduğu gibi buna inanılması ve bu kabil kimselerden yardım umulması da İslâm inancına aykırıdır. Bununla birlikte toplumumuzda, geleceği bildiğini ve gelecekten haber verdiği izlenimini veren hatta bunu açıkça ileri süren şahısların, dini konularda yeterince bilgisi bulunmayan kesimleri, sıkıntı ve ihtiyaç içindeki kimseleri acımasızca sömürdüğü de bilinen bir gerçektir. Günümüzde medyum ve falcıların etrafındaki insanların öğrenim ve sosyal statü seviyesinin toplum ortalamasının bir hayli üzerinde olması, olayın modern bilim eksikliğinden değil gerçek dini bilgi ve şuur eksikliğinden kaynaklandığını göstermektedir. Bu tür olumsuz görüntünün Batı ülkelerinde de bir hayli yaygın olduğu bilinmektedir.
akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı