Peygambereolan düşmanlığı o dereceye ulaşmıştı ki; Peygamberimizin kızları Rukiye ve Ümmü Gülsüm 'le evli olan oğulları Utbe ve Uteybe'ye onları boşattırmıştı. Ebu Cehil'de dili ve eli ile Peygamber efendimize ve Müslümanlara çok eziyet etmiştir . Ammar b. 5Sınıf Hz Muhammed ve Aile Hayatı. Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Hz. Hatice’nin (r.a.) evliliklerinden kaç çocukları dünyaya gelmiştir? Hz. Hatice’nin, Peygamberimizin en çok hangi yönünden etkilenerek evlenme teklif etmiştir? Yukarıda aşağıda verilenlerden hangisinin tanımı yoktur? İsrâ suresi, 26. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Hz.İbrâhim’in büyük oğlu Hz. İsmâil’in neslindendir. Soyu Adnân’a kadar kesintisiz bellidir.(20) Adnân ile Hz.İsmâil arasındaki batınların sayısında neseb bilginleri ihtilâf etmişlerdir.(21) Peygamber (s.a.s.) Efendimizin soyu, çok temiz ve çok şerefli bir neseb zinciridir. Bu konuda Allah'ın evrensel emirleri, Hz. Peygamber'in hayatında pratiğe dönüşerek insanlar canlı modeller oluşturur. Peki, Hz. Peygamberimizin aile bireylerine karşı tutumu nasıldı? Sizler için Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlarından Hz. Peygamber'in aile hayatıyla ilgili 35 hadisini derledik. Faziletipektarafından. Hz Muhammed sav Hayatı.. Eşleşmeyi bul. Edipyaman tarafından. 6. sinif DİN KÜLTÜRÜ Dini Kültür ve Etik Hz. Muhammedin s.a.v. Hayatı. peygamber efendimiz kaç yılında doğmuş kaç yılında ölmüştür Doğru veya yanlış. Tugbayagmuryagi tarafından. 7. sinif Orta öğretim peygaber efendimiz. Hayatı 1. FİL OLAYI. Peygamberimizin doğmasına daha elli gün vardı. O günler, dünyanın en karanlık günleriydi. Dünyayı, insanların çirkin davranışları böyle karanlık bir hale getirmişti. Hele de Arap yarımadasında durum oldukça vahimdi. Güçlüler zayıfları ezerdi. VbR1K. Peygamber Efendimizin Hayatından Hikayeler Kısa Özet Sevgili Anne ve Babalar,Allah cc tarafından son ilahi mesajı insanlığa aktarmak için görevlendirilen Peygamber Efendimizin sas hayatını öğrenmek büyük küçük herkes için gereklidir. Çünkü alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizin sas getirdiği mesaj, insanlığın kurtuluşu için yegane yoldur. Efendimizin sas bu mesajı nasıl anladığı ve yaşadığı bizim için seri, dört kitaptan oluşmaktadır* Peygamber Efendimizin sas Hayatı * Yazar Hamit Yolcu,* Peygamber Efendimizin sas Ahlakı * Yazar Hamit Yolcu,* Peygamber Efendimizin sas Arkadaşları * Yazar Muhammed Emin Yıldırım,* Peygamber Efendimizin sas Hayatından Hikayeler * Yazar Hamit YolcuBu seride Peygamber Efendimizin sas yaşadığı dönem ve arkadaşları olan sahabe, sahih bilgiye dayanarak anlatılmış; çocuklarımızın sıkılmadan okuyabilmeleri için akıcı bir üslup kullanılmıştır. arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler, derlerki -Ey halife bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin. Bu söz üzerine suçlanan gence dönerek -Söyledikleri doğrumu diye sorar. Suçlanan genç derki evet doğru bu söz üzerine Hz Ömer -Anlat bakalım nasıl oldu diye sorar. Bunun üzerine genç anlatmaya başlar,derki -Ben bulunduğum kasaba hali vakti yerinde olan bir insanım ailemle beraber gezmeye çıktık kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Hayvanlarımın arasında bir güzel atım varki dönen bir defa daha bakıyor hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyva koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı atım oracıkta öldü, nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım babası öldü, kaçmak istedim, fakat arkadaşlar beni yakaladı,durum bundan ibaret ,dedi. Bu söz üzerine Hz Ömer söyleyecek bir şey yok bu suçun cezası idam, madem suçunu da kabul ettin… Bu sözden sonra delikanlı söz alarak -Efendim bir özrüm var, ben memleketinde zengin bir insanım babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı, gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettğiniz için Allah indin’de sorumlu olursunuz, bana üç gün izin veriseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün için de yerime birini bulurum der. Hz Ömer dayanamaz derki -Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalırki? der, Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar derki, -Bu zat benim yerime kalır, o zat Hz peygamber efendimizin en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelen Amr ibni Asr’ dan başkası değildir. Hz Ömer Amr a dönerek -Ey Amr delikanlıyı duydun, der. O yüce sahabi -Evet, ben kefilim der ve genç adam serbest bırakılır. Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur, Medine'nin ileri gelenleri Hz. Ömer'e çıkarak gencin gelmeyeceğini, dolayısıyla Amr İbni Asr’a verilecek idamın yerine, maktülün diyetinin verilmesini teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz, derler. Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı verir, derki, -Bu kefil babam olsa farketmez, cezayı infaz ederim. Hz. Amr ibni Asr ise tam bir teslimiyet içerisinde derki, -Biz de sözümüzün arkasındayız. Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. Hz Ömer gence dönerek derki, -Evladım gelmeme gibi önemli bir fırsatın vardı neden geldin. Genç vakurla başını kaldırır ve -Ahde vefasızlık etti demeyesiniz diye geldim, der. başını bu defa çevirir ve Amr ibni Asr’a derki, -Ey amr sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu da onun yerine kefil oldun? Amr ibni Asr -Bu kadar insanın içerisinden beni seçti, insanlık öldü dedirtmemek için kabul ettim der. Sıra gençlere gelir derlerki, -Biz bu davadan vazgeçiyoruz, bu sözün üzerine Hz Ömer -Ne oldu biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz ne oldu da vazgeçiyorsunuz? Gençlerin cevabı dehşetlidir - Merhametsiz insan kalmadı deneyesiniz diye. Hz. Peygamberin sav Aile Hayatı1 Giriş Vatandaşlarımızı din yönünden aydınlatmak, yahut İslâm dini ile ilgili araştırmalar yapmak gibi bir amacı bulunmayan, çizgisi bakımından da dinlere ve özellikle İslâm'a karşı olduğu bilinen bir dergi, Hz. Peygamber'in sav "cinsel hayatını" inceleme konusu yapmış ve abartma, saptırma, yanlış yorumlama, kasten yanlış tercüme etme gibi yolları kullanarak Peygamberimiz'i sav tahkir, dini tezyif ve müslümanları tahrik için elinden geleni geri koymamıştır. Biz bu yazımızda, konu ile ilgili gerçeği ortaya koymaya ve "bilimsel, objektif görünüm" perdesinin arkasındaki çirkin yüzü göstermeye çalışacağız. Arkasından da Resûlullah'ın sav örnek aile hayatını ana çizgileri ile vereceğiz. I. YAZININ TENKİDİ A. Kaynakların Değerlendirilmesi Adı geçen yazıda bir bölüm, "İslâmcı düşünürlerin kaynaklar hakkındaki görüşleri ve değerlendirmelerine" ayrılmış ve bu zevatın, sözde "kaynakların güvenilirliğini" doğruladıkları ifade edilmiş, kaynaklardaki hangi konu işleneceği ve bu konu ile ilgili bilgilerin doğru olup olmadığı sorulmamış, yalnızca "genel olarak" bu kaynaklara güvenilip güvenilemeyeceği hususunda bilgi alınmıştır. "Meşhur altı hadîs kitabı Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizî, İbn Mâce, Muvatta', Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i, Gazzâlî'nin İhyâ'sı, İbn Sa'd, İbn Hişâm, İbn Hallikân ve Taberî'nin Târih kitapları; Râzi, Kurtubî, İbn Kesîr ve Sâbûnî'nin Tefsir'lerinden ibâret olan" bu kaynakların güvenilir olup olmadıkları kendilerinden sorulan zevât, meseleye genel açıdan baktıkları için müsbet cevap vermişlerdir. Bir balya malın içinde birkaç adet bozuk parça bulunur ve bunların bozuk olduğu da balyanın üzerinde yazılmış olursa, işten anlayan kişiye, "bu balyadaki mallara güvenebilir miyim?" şeklinde bir soru sorulduğu zaman, onun vereceği cevap "evet"tir. Yukarıda sayılan hadîs kitaplarının bir kısmı, bazı zayıf, gerçeğe nisbetle değişik, hattâ bazıları uydurma haberleri de ihtivâ etmektedir; ancak bu işin uzmanları onları tesbit etmiş ve yerinde işaretlemişlerdir. "Târih ve tefsir kitaplarında yazılı olanların tamamına güvenilir, ne yazılmış ise doğrudur" diyecek bir tane İslâm âlimi bulmak mümkün değildir. Bu kitaplar umûmî vasıfları itibarıyla değerlendirilir ve bu mânâda güvenilir olup olmadıkları ifade edilebilir. Belli konulara ait haber ve yorum sözkonusu olunca "ancak incelenerek, ilmî metodlar uygulanarak" doğru olup olmadıklarına karar verilir. Gazzâlî'nin İhyâ isimli eseri tarih, hadîs ve tefsir kitabı değildir. Bütün yönleriyle İslâm'ı anlatmak ve gereken yerlerde yorumlamak üzere kaleme alınmış, ilhâm ve ictihad mahsulü bir kitaptır. Bu eserde geçen hadîslerin güvenilir olup olmadıkları konusunda hadîs âlimleri, onlarca yılı kaplayan çalışmalar yapmış ve doğruyu yanlıştan, güvenilir olanı böyle olmayandan ayırmışlar, bu çalışmalar da İhyâ ile birlikte neşredilmiştir. Bugün her ilgilinin elinde bulunan İhyâ nüshalarının her sayfasının altında, metinde geçen hadîslerin sahih olanları ile böyle olmayanları, hatta aslı olmayanları tesbit edilmiştir. Şu halde kaynakların değerlendirilmesi konusunda hile ve saptırma sözkonusudur. B. Üslûp Laik Türkiye Cumhuriyetinde kişiler bir dine inanmak mecburiyetinde değildirler; dileyen mümin, dileyen münkir olabilir. Ancak hiçbir kimsenin bir mümini inancından dolayı kınamaya, onun imanı ve dini kanaatlarıyla alay etmeye, tahkir ve tazyifte bulunmaya hakkı yoktur. Nüfusunun yüzde doksanından fazlası müslüman olan bir ülkede, kitle iletişim vasıtalarında hizmet veren şahısların, vicdanî kanâatlere saygı göstermeleri, bu saygıyı üslûplarında da ortaya koymaları beklenir. Eskiler "üslûb-i beyân aynıyle insandır" derler; yani kişinin üslûbuna bakarak nasıl bir insan olduğunu anlamak mümkündür. İnanan kişileri rencide etmek, 1 milyar insanın aşk ve sevgilerinin hedefi olan bir değere böylesine âdî bir üslûp içinde dil uzatmak medenî bir kişinin davranışı olamaz. Gerçekleri saptırmak, insanlara tuzak kurmak, doğruyu yanlışa, yaşı kuruya katmak, işine geleni görüp, işine gelmeyenden yan çizmek... ilmî trafsızlık ile bağdaşmadığı gibi, adı geçen yazının başında yer alan "hiçbir yorum yapmaksızın ve orijinal anlatıma bağlı kalarak" vaadlerine de ters düşer. Aşağıdaki satırlarda işte bu "eylemlerin" örneklerini göreceğiz. C. Temas Edilen Konular 1. Hz. Âişe'nin "görüyorum ki senin Allah'ın yalnızca senin şeyinin keyfini yerine getirmek için koşuyor" demesi Yazıya göre Hz. Âişe, bazı kadınların kendilerini Hz. Peygamber'e sav armağan etmelerine kızıyor ve kıskançlık duygusu içinde "dünyada ne kadınlar varmış, hiç kadın da kendini peygambere armağan eder miymiş?" diyor, bu söz üzerine -âdetâ onu susturmak için- bunun caiz olduğunu bildiren âyet iniyor. Sonra yine Hz. Âişe'nin sırasını koruma konusundaki titizliği ve bunu başkalarına kaptırma endişesi karşısında, Hz. Peygamber'i sav sıra konusunda serbest bırakan âyet iniyor ve bunun üzerine Hz. Âişe yukarıdaki sözü söylüyor! Burada sözler ve âyet meâlleri, "Kur'ân âyetlerinin, Hz. Peygamber'in sav arzularını tatmin etmek üzere indiği, yahut Hz. Peygamber sav, çevresini susturmak ve arzularını gerçekleştirmek için sözler söyleyip bunları âyet diye takdim ettiği" mânâsı çıkacak şekilde sıralanmış, satır aralarına sokuşturulan kelime ve cümlelerle -meselâ "ne var ki âyet hemen iniyordu"- okuyucu bu menfî mânâya yönlendirilmiştir. Yanlışlara ve saptırmalara işaret etmeden önce ilgili iki âyetin meâlini verelim "...Bir de peygamber kendisi ile evlenmek istediği takdirde, kendisini peygambere bağışlayan2 mü'min kadını -diğer mü'minlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere- helâl kıldık... Ta ki sana zorluk olmasın; Allah bağışlayandır, merhamet edendir."3 "Onların dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Boşadığın hanımlardan arzu ettiğini, tekrar yanına almanda senin üzerine bir günah yoktur. Böyle yapman onların gözlerinin aydın olmasına sevinmelerine, üzülmemelerine ve hepsinin senin verdiklerine razı olmalarına daha uygundur..."4 Dergide verilen meâller doğru değildi. Birinci âyette geçen "Ta ki sana zorluk olmasın" kısmı Hz. Peygamber'e sav verilen özel izinlerle ilgilidir. "...onların da üzerine neyi farz kıldığımızı bildirdik" şeklindeki tercüme yanlıştır; âyette "bildirdik" değil, "bildik, biliriz" meâlinde bir kelime vardır. İkinci âyetin meâlinde "...bu onların gözlerinin aydın olmasından, tasalanmamalarını hepsine verdiğin şeylere razı olmanı daha iyi temin eder" şeklinde dergide yer alan mânâsız sözlerin, âyetin meâli ile ilgisi yoktur; doğrusu yukarıda yazdığımız gibidir. Hz. Âişe'nin her iki sözü de kıskançlıktan kaynaklanan sözlerdir; ancak kıskançlık tabiî bir duygu olduğu ve sevgiye de dayandığı için Hz. Peygamber sav onu mazûr görmüştür. Hemen işaret edelim ki Hz. Âişe'nin söylediği ve Peygamberimiz'in sav de mazur gördüğü sözler dergide saptırılmış, kasten yanlış çevrilmiştir. Verilen kaynaklara baktığımız zaman Hz. Âişe'nin "dünyada ne kadınlar varmış!" gibi bir sözüne rastlamadık. Kendisi şöyle diyor "Kendini Hz. Peygamber'e sav bağışlayan mehir istemeden onunla evlenmeye razı olan kadınları kıskanırdım ve kadın kendini armağan eder mi, bir kadın, kenidisini bir erkeğe bağışlarken utanmaz mı? derdim." Bu sözler, kocasını kıskanan bir kadının rahatça söyleyebileceği sözlerdir. "Senin Allah'ın, yalnızca senin şeyinin keyfini yerine getirmek için koşuyor" sözü ise Hz. Âişe'nin ağzından asla çıkmamıştır. O'nun söylediği sözün kelime kelime tercümesi şudur "Rabbin, senin arzunu hemen yerine getiriyor" Bu da kıskançlık yüzünden söylenmiş bir sözdür; ancak dergideki edep dışı sözle bunun bir alâkası yoktur. Allah Teâlâ'nın, Peygamberi sav için gerçekleştirdiği arzular, daha doğrusu O'na sav bahşettiği bazı özel izinler ve kolaylıklar doğrudan cinsî istek ve doyum ile ilgili olmayıp, taşıdığı ağır yükle alâkalıdır. O sav, birçok kadını nikâhı altında tutarken veya yeniden evlenirken de çoğu kez cinsî arzu dışında maksatları gerçekleştirmeye, yüklendiği vazifeyi yerine getirmeye yönelmiştir. Bu hususu aşağıda O'nun sav niçin birden fazla evlendiğini ve dörtten fazla eşini boşamadığını açıklarken göreceğiz. Peygamberimiz'in sav arzularını gerçekleştirdiği ileri sürülen âyetlerden birincisinde Hz. Peygamber'e sav, mehir istemeden kendisi ile evlenmek isteyen kadınlar ile evlenebileceği bildirilmiştir. Bu hükmün, bütün mü'minler için geçerli olan hüküm ile büyük bir farkı yoktur; çünkü diğer müslümanlar da peşin ödemeden bir mehir üzerinde anlaşarak bir kadınla evlenebilirler ve kadın, evlendikten sonra rızası ile bu mehri kocasına bağışlayabilir. İkinci âyette söz konusu edilen "kadınlar arasında adâlete riâyet" konusu da dergideki yazıda hedefinden saptırılmıştır. Bir kere müfessirler, adâlet ile ilgili kısmın mânâsında birleşmiş değillerdir; bazılarına göre "dilediğini geride bırakır, dilediğini de yanına alırsın" cümlesi, eşlerinden dilediğini boşaması, dilediğini nikâhı altında tutması ile ilgilidir. "Kadınların yanında geceleme konusunda serbestlik verildiği" yorumunu benimseyen müfessirler de vardır. Ancak Hz. Peygamber'in sav bu konuda ömrünün sonuna kadar genellikle adâlete riâyet ettiği bilinmektedir. Adâlet konusunda kasm önemli olan, kişilerin mükellef tutulduğu husûs, kadınların yanında gecelemeyi sıraya koymak, bu konuda adâlete riâyet etmektir. Yanında kalınan kadınla birleşme mecburiyeti hiçbir kimse için sözkonusu değildir; ayrıca eşit sevme yükümlülüğü de yoktur; çünkü sevgi yükümlülükle olmaz. Hz. Âişe "ne yapıp etmiş herkesten çok sıra ve ayrıcalık almayı başarmıştı" cümlesi dayanaksızdır. Bunun doğrusunu Müslim'in Sahih'inden öğreniyoruz. Şöyle ki; Hz. Peygamber'in sav eşlerinden Sevde yaşlanınca kendi sırasını, rızası ile Hz. Âişe'ye vermiş, bu sebeple Peygamberimiz sav ona iki gece 2. Hz. Âişe ile altı yaşında evlenmesi Dergide, mûteber hadîs kitaplarına dayanılarak Hz. Âişe'nin, Resûl-i Ekrem sav ile evlenmesi anlatılmış, bu kaynaklarda bulunmayan bazı kelimeler tercümeye eklenerek maksada hizmet edilmiştir. Dergideki hadîs tercümesinde "Hiçbir şeyden korkmadım. Ama ansızın karşılaştığım Peygamber'den sav çok korktum..." cümlesi vardır. Metinde bu tercümeye tekabül eden kısmın doğru tercümesi ise şöyledir "Kuşluk vakti Resûlullah'ı karşımda buluvermem dışında beni hiçbir şey heyecanlandırmadı". Burada geçen "rava'" kelimesi, tehlikeli bir şeyden korkmaktan ziyade "ürkütmek, heyecanlandırmak" mânâsına gelmektedir. Bu hadîslerde, Hz. Âişe'nin kendi ifadesine dayanılarak altı yaşında evlendiği, dokuz yaşında da Peygamber'e sav teslim edildiği ifade edilmektedir. Altı yaşında yapılan nişandır, evlenme akdi değildir. İslâm'da her şahıs, velîsi tarafından küçük yaşında evlendirilebilir; yani nikah akdi yapılabilir. Küçük evliler ergenlik çağına geldikleri zaman "ergenlik muhayyerliği" hakkını kullanırlar. Buna göre isterlerse evlilik devam eder ve fiilen gerçekleşir, istemezlerse evliliği kabul etmezler ve akit bozulur. Hz. Âişe, Resûlullah sav ile ancak ergenlik çağına geldikten sonra zifaf olmuş, birleşmiştir. Bu sırada kaç yaşında olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Prof. M. Hamîdullah "bülûğa erdikten sonra" demektedir. Asr-ı Saâdet isimli eserin 1007-1014. safyalarında, güvenilir kaynaklara dayanılarak on sekiz yaşında evlendiği savunulmuş, ikna edici deliller Kaynaklar güvenilir, râviler dürüst oldukları halde dahi râvînin yanılma, hataya düşme, unutma ihtimali vardır. Bu sebeple tarihçiler, belli bir hükme varırken bütün rivâyetleri, ilmî metodla tenkit ve tahlil etmek, hepsini bir arada değerlendirmek durumundadırlar. 3. Zeyneb ile evlenmesi Dergide Hz. Peygamber'in sav, halasının kızı Zeyneb b. Cahş ile evlenmesi tam bir aşk romanına çevrilmiş, uydurma tasvirler yapılmış, Resûlullah'ın sav kalbi okunmuşçasına ahkâm kesilmiştir. Bu cümleden olarak "...Zeyneb yorgunluktan ve terden pembeleşmiş yüzü ve yarı çıplak haliyle son derece çekicidir. Peygamber, Zeyneb'in güzelliği karşısında coşkuya kapılır ve şu sözleri söylemekten kendisini alamaz 'Ey kalbleri evirip çeviren Allah'ım, gönlümü çeviriverdin...' Zeyd, karısını yitireceği önsezisi ile Peygamber'e koşar, 'Zeyneb'i sevdinse hemen boşayayım sen al' der, Muhammed'in karşılığı 'O nasıl söz, karını boşama, Allah'tan kork' olur... Peygamber gerçekten seviyordu Zeyneb'i, ama... insanlardan çekiniyordu... gizlediği... Zeyneb'e vurulmasından başka birşey değildi..." denilmektedir. "Hiç yorum yapılmaksızın ve orijinal anlatıma bağlı kalarak" aktardıklarını iddiâ ettikleri bu satırları, atıf yaptıkları kaynaklardan bir de biz aktaralım Ahzâb sûresi'nin 37. âyeti bu hâdise ile ilgilidir "Allah'ın nimet verdiği ve senin de kendisine lûtufta bulunduğun kimseye eşini yanında tut, Allah'tan kork' diyorsun. Halbuki Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyorsun. Oysa asıl korkulamaya lâyık olan Allah'tır. Zeyd o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlatlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde onlarla evlenme konusunda mü'minlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri daima yerine getirilmiştir." Müteakip âyetlerde de Allah'ın helâl kıldığı bir şeyi yapmanın peygamberlere de vebal olmayacağı, Resûlullah'ın sav, hiçbir erkeğin babası bu arada Zeyneb'in eski kocası Zeyd'in de babası olmadığı... bildirilmektedir. Bilindiği üzere Hz. Hatîce, Resûlullah'a sav Zeyd isimli bir köle hediye etmişti. Peygamberimiz sav sonradan bu zatı hürriyete kavuşturarak evlatlık aldı o zaman evlât edinmek serbest idi, sonra İslâm'ın getirdiği "insanların birbirine eşit olduğu" fikir ve inancını pekiştirmek için bu eski köleyi, kendi halasının kızı asil bir aileye mensup bulunan Zeyneb b. Cahş ile evlendirdi. Bu evlilik bir inkılâb mahiyetinde idi. Zeyneb önce bu evliliğe karşı çıktı ise de Peygamberimiz'in sav ısrarı üzerine kabul etti. Ancak bu evlilik yürümedi, taraflar sık sık birbirinden şikâyet ediyorlardı, Hz. Peygamber sav de kendilerine öğüt vererek sabretmelerini istiyordu. Sonunda bu işin yürümeyeceğini anladı ve Zeyd'e eşini boşaması konusunda izin verdi. Zeyneb Zeyd'den boşandıktan sonra, ikinci bir inkılâb hükmünü gerçekleştirmek ve bu arada Zeyneb'in vaktiyle kendisini kırmayarak eski köle Zeyd ile evlenme fedâkârlığını mükâfatlandırmak üzere onunla evlendi. Bu ikinci inkılâb da "evlatlığın gerçekte evlât olmadığını ve onun boşadığı eşi ile babalığın evlenmesinde bir sakınca bulunmadığını" ortaya koyarak bir cahiliyet inancını daha yıkmaktı. Bu olayda, mahut derginin istismar ettiği ve yanlış aktardığı cümleyi, vâkıa ile birlikte İbn Sa'd'ın Tabakat'ından aktaralım "Hz. Peygamber sav bir gün Zeyd'i bulmak üzere evine gitmişti, Zeyd'in karısı Zeyneb ev kıyafeti ile tam giyimli değil iken kalktı, Resûlullah sav onu görünce arkasını döndü, Zeyneb 'Zeyd evde yok, buyurun Ya Resûlullâh sav' dedi ise de Hz. Peygamber sav girmedi. Zeyneb O'nun girmediğini görünce çabucak giyindi, örtündü ve dışarı fırladı ve -bu hali- Resûlullah'ın sav hoşuna gitti, sonra bir şeyler mırıldanarak dönüp gitti, söylediklerinden yalnızca şu anlaşılıyordu "Büyük Allah'ım seni tenzih ederim, kalbleri evirip çeviren Allah'ım seni tenzih ederim!" Sonra Zeyd eve gelir, Zeyneb ona olayı anlatır, Zeyd 'niçin buyur etmedin!' diye çıkışır ve hemen Resûlullah'a sav gider, evde bulunup O'nu sav ağırlayamadığı için hayıflanır, Zeyneb'i beğeniyorsa alması için hemen boşayabileceğini söyler, Resûlullah reddeder. Bu teklif defalarca tekrarlanır, sonunda Allah Resûlü sav boşamaya izin verir, kadın iddetini bekledikten sonra da onunla Bu âyet meâlleri ve tarihî rivâyetlerden sonra derginin tahrif ve saptırmalarını şöylece sıralamak mümkündür a Bu nakiller içinde Peygamberimiz'in sav Zeyneb'i sevdiğine ait bir ifade yoktur. Esasen Zeyneb, O'nun sav halasının kızıdır, kendisini eskiden beri tanımaktadır ve Zeyd'e onu kendisi almıştır onları Hz. Peygamber sav evlendirmiştir. İlk defa görüp yıldırım aşkına tutulmak için hiçbir sebep mevcut değildir. b Geri dönerken söylediği sözün gerçek karşılığı yukarıda verdiğimiz gibidir, burada "gönlümü çeviriverdin" şeklinde bir ifade mevcut değildir. Doğru tercümesini yukarıda verdiğimiz cümle ise İslâm âlimleri tarafından şöyle anlaşılmıştır "Allahım! Gönüllere hükmeden sensin, nasıl oluyor da Zeyd, böyle bir kadınla geçinemiyor ve mutlu olamıyor!"8 c Hz. Peygamber'in sav gizlediği ve Allah'ın açıklayacağım deyip, âyette açıkladığı husûs ayan beyan ortadadır; bu da -dergide iddiâ edildiği gibi- bir aşk hikâyesi değil, "evlâtlık eşleri ile evlenmenin caiz olduğunu fiilen göstermek üzere Allah'ın, boşanacak olan Zeyneb ile Resûlü'nün sav evlenmesini takdir etmesi ve bunu da Resûlü'ne sav bildirmiş bulunmasıdır." Cahiliye devrinde bu evlilik yasak olduğu için Hz. Peygamber sav, bunu açıklamanın zamanı konusunda tereddüt göstermiş, bunun üzerine Allah Teâlâ vahiy göndererek hükmü açıklamıştır. d Âyette ve sahih hadîslerde bir aşk hikâyesinden bahsedilmediğine göre bunu uydurmak veya uyduranlardan nakletmek kötü maksada dayalı bir davranıştır. Dâvûd Peygamber hakkında uydurulan ve Tevrat'tan nakledilen hikâye de çirkin bir iftiradır. Bunu bazı tefsirlere alan müslüman yazarlar -bilerek, bilmeyerek- bu iftira kampanyasına katılmış olmaktadırlar. 4. Hafsa'nın sırasında Mâriye ile yatması Derginin düzmecesine göre Hz. Ömer'in kızı ve Peygamber'in sav eşi Hafsa, ana-babasını ziyarete gider, Peygamber sav onunla birleşmeye hazırlanmıştır, kadının gittiğini cariye Marya gelip haber verir. O, cinsel birleşmeye tam hazırlanmıştır, Marya'yı da çok sevmektedir, güzel cariyeyi Hafsa'nın yatağına çeker ve birleşir. Tam o sırada Hafsa döner, Peygamber sav ona biraz beklemesini söyler, Marya ile birleşmesi bittikten sonra Hafsa'ya döner, tam konuşacakken Hafsa kıskançlık hiddeti içinde "Bu ne biçim şey! Bir köle kadını, benim günümde, benim yatağımda yapıyorsun" der. Peygamber de onu yatıştırmak için hemen "Vallahi billahi bir daha onunla yatmayacağım" der, hem de Hafsa'ya, babasının birgün halîfe olacağını haber verir. Bunun üzerine Tahrim sûresinin ilk âyeti iner... Hâdisenin aslında hiçbir çirkinlik ve dine, ahlâka aykırılık bulunmadığı halde, derginin yukarıya aldığımız anlatımı ile olay son derecede çirkinleşmiştir. Derginin kullandığını iddiâ ettiği kaynaklara göre olayın aslı ve derginin saptırmaları, uydurmaları şöyledir a Hz. Hafsa, ana-babasını ziyaret için Peygamberimizden sav bizzat izin alıp gitmiştir. Câriyesi Mâriye'ye haber gönderip onu çağıran da Peygamberimizdir sav Birisine hazırlanıp, diğeri ile yatma gibi bir olay yoktur. b Mâriye, Peygamberimiz'e sav Mısır devlet başkanı tarafından hediye edilmiş bir cariyedir ve bu cariyeden İbrâhim isimli bir oğlu olmuştur. Hz. Peygamber'in sav de, diğer müminlerin de cariyeleri ile karı-koca hayatı yaşamaları serbesttir, cariye için yapılan akit, nikâh akdi yerine geçmektedir. c Hafsa döndüğü zaman odasına girmemiş, dışarıda Marya'nın çıkmasını beklemiştir; sonraki konuşmalar Mariye'nın çıkıp gitmesinden sonra ikisi arasında d Hafsa'nın kıskançlık duygusuna kapılması ve Hz. Peygamber'e sav karşı "kendisini küçük düşürdüğünden şikâyet etmesi" normaldir. Resûlullah sav eşine sevgi, eşinin babasına saygı duyduğu için onu teselli etmek istemiş, bunun için de hem "onu kendime haram kıldım, bir daha beraber olmayacağım" demiş, hem de Hafsa'ya, bir gün babasının halîfe olacağını bildirmiş, ancak bunu kimseye söylememesini istemiştir. Peygamber sav de olsa, hiçbir kimse Allah'ın helâl kıldığını haram edemeyeceği için -bunu müslümanların böyle bilmeleri gerektiği için- ilgili âyet gelmiş ve gerekli açıklamayı yapmıştır. Bu arada Hafsa, eşinin sırrını saklamadığı için Kur'ân, onu da ikaz etmiştir "Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir."10 5. Cüveyriye ile evlenmesi Derginin düzmecesi "Tutsaklar arasında... on üç yaşında nefes kesen bir kız. Âişe, bunu Peygamber görür de yine bir âyet gelir diye kaygılanır ve kızı çadırın yanından uzaklaştırır. Ne var ki korktuğu başına gelir, Peygamber kızı görür, "vahiy geldi, Cebrail bu kızı bana nikâhladı" der. Buhârî'nin anlattığına göre bu akıllı kız, Peygamber akrabasının tutsak olamayacağını söyler ve kabilesinden yediyüz kişiyi âzâd ettirir. Doğrusu a Bu olay ne bu şekilde, ne de başka şekilde Buhârî'nin işaret edilen yerinde Burada yalnızca Cüveyriye'nin kabilesine baskın yapıldığı, birçok esir arasında Cüveyriye'nin de bulunduğu yazılıdır. b Güvenilir kaynaklara göre olay şöyle cereyan etmiştir Cüveyriye Benî-Mustalık kabilesinin reisinin kızıdır. Bu kabile müslümanlar aleyhine düşmanla birleşmiş ve savaşmıştır. Bir fırsatı düşünce, bir İslâm müfrezesi baskın düzenleyerek kabileyi yenmiş ve savaşçıları öldürmüş, geri kalanları esir almıştır. Hz. Peygamber sav esirleri savaşçılara paylaştırmış, Cüveyriye de iki gâzîye düşmüştür. Bunlar cariye üzerinde ortaklık istedikleri için satıp parasını paylaşmaya karar vermişlerdir. Cüveyriye bunun üzerine Hz. Peygamber'in sav huzuruna çıkmış, müslüman olduğunu bildirmiş ve ondan yardım istemiştir. Peygamberimiz sav de ricasını kabul ederek ona evlenme teklif etmiş, Cüveyriye bunu sevinçle kabul etmiştir. Haber yayılınca müslümanlar, Hz. Peygamber'e sav akraba sayılan insanların esir olarak kalmalarını istememiş hepsini serbest bırakmışlardır. Bunun üzerine gerek serbest kalan esirler ve gerekse kaçaklar gelip müslüman 6. Safiyye ile evlenmesi Derginin düzmecesi "...Safiyye'nin güzelliği Peygamber'in yakınlarının dilinden düşmüyordu. O, ancak Peygamber'e lâyık olabilirdi. Safiyye tutsaklar arasında idi. Dihye adında bir genç onu aldı. Hadîslere göre Peygamber onları çağırtır ve der ki Bu kadını Cebrâil bana nikâhladı, sen git başkasını al. Dihye de üzgün ayrılır, 'bu sırada sanki Uhud dağı üzerime çökmüştü' diye anlatır."13 Doğrusu Bu kısım için verilen kaynaklara baktığımızda ne "Cebrâil'in nikâhlamasından, ne Dihye'nin üzerine Uhud dağının çöktüğünden, ne de Safiyye'nin güzelliğine vurulmaktan söz ediliyor! Buhârî'de yalnızca Hayber savaşından sonra bir yahûdî liderin kızı olan Safiyye'nin, esirlerin taksiminde Dihye'ye düştüğü, sonra Resûlullah'a sav geçtiği ve O'nun sav da Safiyye'yi âzâd ederek -bu âzâd bedelini mehir sayarak- onunla evlendiği" Müslim'in Sahih'inde olay bir parça daha aydınlanıyor Hayber fethedilince esirler bir araya toplanmıştı. Dihye, Resûlullah'a sav gelerek bir câriye istedi. Resûlullah sav "bak, dilediğini al" dedi, o da Safiyye'yi beğenip aldı, bu sırada birisi Resûlullah'a sav gelerek "bu, Kurayza ve Nadîr yahudilerinin başkanı olan Huyeyy'in kızıdır, bunu cariye olarak ona vermeniz uygun değildir; kendinizin alması daha uygundur" dedi. Peygamberimiz sav bunun üzerine Dihye ile Safiyye'yi çağırdı, Dihye'ye "bir başka cariye al" dedi, Safiyye'yi ise hürriyetine kavuşturdu ve kendisine Görüldüğü üzere, Safiyye'nin alınması, diğer birçok izdivaçlarında olduğu gibi, yeniden bir topluluğun gönlünü almak, onlara şeref bahşetmek ve müslümanlar adına kazanmak hikmetine bağlıdır. Böyle olmasaydı önceden onu eş veya cariye olarak alması için hiçbir engel mevcut değildi ve bu sebeple de alabilirdi. Dihye ise onu henüz seçmiş bulunuyordu, aralarında bir gönül veya vücut ilişkisi sözkonusu 7. Esmâ ve Kuteyle Derginin uydurmalarına, yahut uyduranlarından naklettiğine göre Eş'as isimli birisi Peygamberimiz'e sav çok güzel bir dul kadından bahsetmiş ve bunu almasını teklif etmiştir, Peygamber sav "aldım gitti" demiştir, Eş'as kadını getirince Hafsa ve Âişe kıskançlığa düşerek kadına "zifafa girdiğin zaman Peygamber'e sav 'senden Allah'a sığınırım' de, O, bundan çok hoşlanır" demişlerdir, kadın da bunu deyince Peygamber sav onu terketmiştir. Bunun üzerine Eş'as kendi kız kardeşi Kuteyle'yi teklif etmiştir, Peygamber sav yine 'aldım gitti' demiştir, kız getirilirken Peygamber sav ölmüş, kız da başkasıyla evlenebilmek için dinden dönmüştür, kabilesi de aynı yolu takip etmişlerdir." Doğrusu Buhârî ve Müslim'de böyle bir hikâye yoktur. İbn Sa'd'in Tabakat'ında her iki olay da çeşitli şekillerde rivâyet edilmiştir, rivâyetler arasında farklar vardır, olay hakkında kesin bilgi yoktur. Yine de rivâyetler içinde "aldım gitti" gibi hafif ifadeler mevcut değildir. Ayrıca hayatının son günlerini yaşayan Resûlullah'ın sav bu konularla uğraşmaya vakti de yoktur. Eş'as'ın ısrarı, Esmâ'nın da bir prenses olduğunu ve Peygamberimiz'i çok istediğini söylemesi üzerine getirmesine izin vermiştir. İbn Sa'd'in eserinde Kuteyle ile asla evlenmediği rivâyeti de mevcuttur. Bu son evlenme olayında da o bölge ahâlisini bu vâsıta ile İslâm'a kazanma niyeti açıkça 8. Âişe'nin kaybolan kolyesi ve Safvân Benî-Mustalık savaşından dönerken Hz. Âişe, bir konaklama yerinde tuvâlet ihtiyacı için birlikten uzak bir yere gider, orada farkında olmadan kolyesini düşürür, dönünce bunu farkeder ve aramaya gider, o aramada iken hareket emri verilir, kadınlar deve üzerine konan kapalı odacıklarda seyâhat ettikleri ve Hz. Peygamber'in sav eşlerinin artık perde arkasından konuşup görüşmeleri emri de gelmiş bulunduğu için onun devesini çekenler, kendisini mahfede zannederler ve çekip giderler, Hz. Âişe döndüğü zaman birliği bulamaz, düşünür ve "en iyisi konaklama yerinde beklemektir, arayınca beni burada bulurlar" diyerek orada bekler. Sonra askerî birliğin artçılarından Safvân gelir, Hz. Âişe'yi orada bekler bulur, devesini çöktürüp bindirir ve bundan sonraki konaklama yerinde birliğe yetişirler. İslâm'ın ve Hz. Peygamber'in sav düşmanı, münafıkların başı Abdullah b. Übeyy bu olayı kullanarak büyük bir iftira kampanyası başlatır, bazı şahısları da tesiri altına alır ve Hz. Âişe'nin iffetine iftira atarlar. Hz. Peygamber sav uzun ve ince bir araştırma yapar, sonunda Hz. Âişe'nin ve Safvân'ın masum olduklarına, iftiraya uğradıklarına kani olur. Bu sırada Nûr sûresinin 11. ve müteakip on âyeti iner ve hem iftira edenlerin maskelerini indirir, hem de önemli hükümler getirir. Bütün mûteber kaynakların tafsilâtıyla ihtiva ettiği bu olayı, mahut dergi, çerçeve içinde özetledikten sonra, baş münafık İbn Ubeyy ve yandaşları ile ağız birliği ederek şu zehirleri kusmaktadır "Safvan Âişe'yi, Âişe Safvân'ı tanıyorlardı... Gecenin önemli bir bölümünde birlikte kalan Âişe ile Safvân, bu birlikteliği daha önce planlamış olamazlar mıydı? Çünkü Safvân'ın arkadan geldiğini herkes gibi Âişe de biliyordu. Âişe isteseydi kolyeyi aramaya giderken haber verebilirdi..." Dergi, bu ifadelerle, iki bin yılına doğru hâlâ eski iftiracı ve münâfıkların peşinden gidenlerin bulunduğunu ortaya koymaktadır. İddiâlara gelince a Güvenilir kaynaklara göre ve orijinal anlatıma uygun olarak olayları verdiğini iddiâ eden yazara soruyoruz Bu konuda Kur'ân-ı Kerîm'den daha güvenilir bir kaynak, Buhârî ve Müslim'in Sahih'lerinden daha mevsuk bir başka hadîs kitabı var mıdır? Bu kaynaklarda, yukarıda tekrarlanan iftiralar bulunmadığına göre ve Hz. Âişe'nin iffetli bir müminler annesi olduğu tasdik edildiği halde, yukarıdaki anlatım mızrağı hangi çuvala sığacaktır? Hangi güvenilir kaynakta bu iftiralara yer verilmiştir? b Gerek Müslim18 ve gerekse Buhârî19 Sahih'lerinde hâdiseyi bütün tafsilatıyla vermişlerdir. Buradan anlaşıldığına göre Hz. Âişe sabaha karşı tuvalet için gitmiştir. Zâten Hz. Peygamber sav bu zamanlarda hareket emri verirlerdi. Hz. Âişe'nin gerdanlığı aramak üzere gitmesi ve bulması da ortalığın ağarmakta olduğunu gösterir. Buhârî'de Safvân'ın tan yeri ağardıktan sonra oraya geldiği açıkça ifade edilmiştir. İkinci konaklama yerinde hemen arkalarından yetiştikleri de yine bütün rivâyetlerde kaydedilmektedir. Bütün bunlar güvenilir kaynaklarda yer aldığına göre "gecenin önemli bir bölümünü birlikte geçirdiler" sözü, baş münafıkın baş iftirasına benzemiyor mu? c Hz. Âişe'nin kolyeyi aramak üzere gittiğini haber vermemesinin makul sebepleri vardır Hemen gidip dönecektir, Peygamber sav hanımlarının perde arkasından olmaksızın başkalarıyle konuşmaları yasaktır, insanlar birşeylerini kaybedince hemen söylemez, önce arayıp bulmaya çalışırlar... 9. Cebrâil'den cinsel kudret ilâcı Derginin belki en çirkin ve en desteksiz düzmecesi örneğini şu satırlarında buluyor "...Peygamber'in cinsel gücünün bir gün sonu gelmişti. İmam Gazzâlî'nin yazdığına göre, Peygamber'in cinsel organı Gazzâlî en açık ifadeyi kullanır artık kalkmaz olmuştu. Kaygılanıyordu, konuyu Cebrâîl'e açtı. Bu şeyin nasıl kaldırılıp sertleştirilebileceğini sordu. Cebrâil bu konuda Allah'tan aldığı bilgiyi Muhammed'e iletti Herîse aşûre gibi bir şey yiyeceksin."20 Bu katmerli düzmecenin katlarını açalım a Gazzâlî'nin İhyâ'sı güvenilir bir hadîs kitabı değildir. Kitabın içindeki hadîsler, sonradan hadîs uzmanlarınca incelenmiş ve asılsız olanlar ile mûteber olanlar ayrılmış, kitabın her sayfasının altında dipnotu şeklinde yazılmıştır. Derginin hadîs diye naklettiği söz ve olayın rivâyet yönünden güvenilir olmadığı, zayıf, asılsız ve uydurma olduğu, aynı sayfanın altında, 6 numaralı dipnotunda açıklanmıştır. Hem "tarafsızlık" ve "bilimsellik" örtüsüne bürünmek, hem de bu açıklamayı görmezlikten gelmek en azından göz boyamadır. Böyle bir olay ve böyle bir hadîs yoktur. b Gazzâlî bu söze ve dergide yer verilen diğler zevâtın bu konudaki sözlerine şu başlık altında yer vermiştir "Evliliğin beş faydası vardır Çocuk sahibi olmak, cinsî doyum, ev idaresi, ailenin genişlemesi, onların bakım ve eğitimlerini sağlama yoluyla nefis terbiyesi." Bu faydalardan biri olarak kişinin eşi ile aile hayatını yaşamasını açıklarken Gazzâlî, her zaman ibâdet yapılamayacağını, birşeyi devamlı yapmanın rûhî sıkıntılara yol açacağını, insanların ruh yapılarına göre eğlencelerinin olduğunu, akar suya bakmak, kırda dolaşmak gibi yollarla ruhunu dinlendirenler olduğu gibi eşleriyle beraber olarak da aynı sonucu elde edenlerin bulunduğunu kaydetmiştir. İşte bu çerçeve içinde derginin hadîs diye ileri sürdüğü söz ve olayı da kaydetmiştir. Ancak "bazı rivâyetlerde geldiğine göre", "eğer bu haber doğru ise" demek suretiyle kendisinin de de hadîsin sıhhatinden şüphede olduğuna işaret etmiştir. s. 31. Bütün bu hususları belirtmemek bilimsellikle! bağdaşmaz. c Uydurma olduğu halde bu haberi bir de biz, doğru olarak tercüme edelim ve derginin yaptığı saptırmanın, tahrîfin ve düzmecenin boyutlarını görelim "Cebrâîl'e, cinsî temas konusundaki zayıflığımdan şikâyet ettim, o da bana herîseyi tavsiye etti." Evet, bu uydurma sözün de tamamı kelimesi kelimesine budan ibârettir. Buna göre aa "Peygamber'in cinsel organı artık kalkmaz olmuştu" sözü derginin uydurmasıdır. ab "Gazzâlî en açık ifadeyi kullanır" sözü, o şeyi yazı boyunca ağzından düşürmeyen yazarın uydurmasıdır. ac "Bu şeyin nasıl kaldırılıp sertleştirilebileceğini sordu" sözü yazarın katmerli yalanlarındandır. ad "Cebrâîl, Allah'tan aldığı bilgiyi Muhammed'e iletti" sözü yazarın uydurmasıdır. Sonuç olarak böyle bir hadîs yoktur. Derginin yazarı, uydurma hadîsle de yetinememiş, birkaç cümle de kendisi uydurarak yalancılar safına katılmıştır. 10. "Hemen ihramdan çıkın ve karılarınızla yatın" Derginin mahut yazıyı hazırlayan yazarına göre "kalkmış zekerin indirilmesi için hiç zaman yitirilmemesi istenir. Nerede ve ne zaman olursa olsun zekerin öfkesi giderilmelidir. Bir hadîse göre bir hacc esnasında Peygamber şu buyruğu verir "Hemen ihramdan çıkın ve karılarınızla yatın..." Bu sözleri okuyan kimse, "insanın cinsel duygusu harekete geçince haccda bile olsa ihramdan çıkıp eşi ile yatmalıdır, Hz. Peygamber sav böyle emretmiştir" mânâ ve hükmünü çıkaracak ve yanılacaktır. Çünkü ihramın belli bir yeri ve müddeti vardır ve bu müddet içinde ihramdan çıkıp eşi ile yatmak yasaktır, bunun dinî cezası bile vardır. Yazının altında gösterdiği kaynakları yazar da okusa ve ilim namusuna sadık kalarak okuduğunu doğru aktarsa idi hâdisenin şundan ibâret olduğu anlaşılacaktı Peygamberimiz sav yalnızca hacc etmeyi niyet ederek gelen ashâbının, uzun zaman ihram içinde ve ihram yasaklarını yaşayarak vakit geçirmelerini önlemek üzere -zamanı geldiği, müddeti dolduğu için- ihramdan çıkmalarını ve isterlerse eşleri ile de yatabileceklerini, sonra Arafât'a çıkılacağı zaman yeniden ihrama gireceklerini bildirmiştir. Müslim'in Sahîh'inde, hadîsi Câbir'den nakleden Atâ, bu emrin mâhiyetini, yukarıda gördüğümüz şekilde istismar edilmesin diye, nasıl da güzel açıklamıştır "Peygamberimiz sav bu emri ile ashâba, ille de karılarınızla yatın demedi, yalnızca bunun helâl olduğunu onlara bildirdi"21 II. HZ. PEYGAMBER VE KADINLAR Burada, Resûl-i Ekrem sav Efendimiz'in kadına verdiği değeri, kadınlarla ilgili ıslâhatını, niçin birden fazla evlendiğini özet halinde sunmaya çalışacağız. İslâm'dan önce kadınların birçok insanî haktan mahrum bulunduğu ve eşya gibi kullanıldığı bilinmektedir. İslâm kadını yüceltmiş, özelliklerine bağlı farklar dışında erkeğe eşit kılmış, aile ve toplum hayatı içinde yerini almasını sağlamıştır. Kadın istemediği bir kimse ile zorla evlendirilemez, istemezse -evlenirken şart koşmak suretiyle- kocasının ikinci bir kadınla evlenmesine mâni olabilir, gerektiğinde camiye giderek ibadet eder, öğrenim görür bunlardan onu kimse mahrum bırakamaz, evin geçimi kocaya ve erkek yakınlarına ait olduğu için geçim tasası yoktur, ev işlerini gücü yettiği kadar yapar, kocası ve çocuklarından başkasına hizmet etmeye mecbur değildir, mirasta erkek kardeşinin aldığının yarısı kadar pay alır; fakat kendisi cihadla askerlikle yükümlü olmadığı, evin masraflarına ve evlenme masraflarına katılmadığı için aldığı yanında kalır, sonunda erkek kardeşinin aldığına eşit hale gelir, seçme bey'at ve danışmaya katılma hakkı vardır, toplum içinde kendi özellikleriyle bağdaşacak görevler alır ve hizmete katılır... Peygamberimiz sav bütün evlilik hayatında eşlerinden birine bir fiske vurmamış, hakaret etmemiş, sevgi ve saygı göstermiş, ev işlerinde -gerektiğinde- onlara yardım etmiş, müslümanlara "kadınlar hakkında daima iyi davranmalarını, onları kendi akıllarınca düzeltmeye kalkmamalarını, maddî ve mânevî ihtiyaçlarını temin etmelerini tavsiye etmiş", "iyileriniz, kadınlarınıza karşı iyi olanlarınızdır" buyurmuştur. İslâm'da boşama hakkı prensip olarak erkekte bulunmakla beraber, akit esnasında veya daha sonra bu hakkı kadının da alması mümkündür. Ayrıca geçimsizlik, erkeğin yetersizliği, bazı hastalıklar, kayıplık vb. sebeplerle hâkim veya hakeme başvurmak suretiyle kadına da, evlilik hayatını sona erdirme hakkı verilmiştir. Sevgili Peygamberimiz sav kadınları eşlerini severdi, "Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi üç şeyi severim Kadın, güzel koku ve namaz; ama benim gönlüm namazdadır" buyurmuştur. O eşlerini sever, onları mutlu etmeye çalışırdı, ancak sabahlara kadar da namaz kılar, günlerce -bazen iftar etmeden- oruç tutar, başta peygamberlik, toplumun liderliği ve devlet başkanlığı olmak üzere yüklendiği birçok görevi mükemmel bir şekilde yütürdü. Peygamberimizin sav niçin birden fazla kadınla evlendiğini anlamak isteyenler önce şu gerçekleri bilmelidirler Kendisi yirmi beş yaşında iken, kırk yaşında dul bir kadın olan Hz. Hatice ile evlenmiş ve yirmi beş yıl yalnızca bu eşi ile mutlu bir hayat yaşamışlardır. Kırk yaşından sonra Kureyş büyükleri, İslâm dâvasından vazgeçmesi pahasına kendisine başkanlık, kadın kızlarını ve servet teklif ettikleri zaman "Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseniz, ya uğrunda ölmeden, yahut da hedefime varmadan bu dâvadan dönmem" demiştir. Hz. Hatice'den sonra, kendisi elli üç yaşlarında iken evlendiği ikinci kadın ise elli yaşında dul ve kimsesiz bir kadın olan Sevde idi. Bütün bunları iz'an ve insaf ile düşünen kimse, ister müslüman olsun, ister gayrimüslim, Peygamberimiz'in sav birden fazla kadınla evlenmesine, cinsî tatmin dışında sebepler aramak durumundadır. Biz bu sebepleri şu maddeler içinde görüyoruz a Birden fazla kadınla evliliği Hz. Peygamber sav getirmemiştir. İslâm geldiği zaman dünyanın birçok yerinde ve bu arada Arabistan'da erkekler birden fazla kadınla evli idiler. İslâm zaman içinde bir yandan kadına çeşitli haklar verip onun durumunu iyileştirmiş, diğer yandan zarûrî haller dışında tek kadınla evlenmeyi tavsiye etmiş, gerektiğinde birden fazla kadınla evlenmeyi ise yeterlik ve adâlet şartlarına bağlamıştır. Bütün bu ıslâhatın tamamlandığı zamanlarda, Peygamberimiz sav de -aşağıda sıralanacak sebeplerle- birden fazla eşe sahipti, O'nun sav boşadığı kadınlar da mü'minlerin anneleri olmakta devam edecekleri için başkasıyla evlenemezler, devamlı dul kalmaya mahkûm ve perişan olurlardı. İşte bu sebeple Efendimizin sav onları boşaması, kendileri için bir felâket demekti; nitekim Resûlullah sav bunu kendilerine teklif ettiği zaman içlerinden bir tanesi bile kabule yanaşmamıştır. b Kadınlarından bir kısmı ile evlenmesi onların İslâm uğrunda çektikleri meşakkatlere karşı bir mükâfatlandırma mahiyetindedir. Ümmü Seleme, Ümmü Habîbe, Sevde gibi eşleriyle bu yüzden evlenmiştir. Bu hanımlar dinlerini koruma uğrunda Habeşistan'a göç etmişler, orada eşlerini de kaybederek dul kalmışlardı. c Birkaç eşiyle evlenme sebebi, onların kabilelerini İslâm'a kazanmak, aradaki düşmanlık duygularını dostluğa çevirmektir; Safiyye, Cüveyriye gibi hanımları ile bu yüzden evlenmiştir. d Ebû Bekir, Ömer gibi en büyük dostları ve yardımcıları kızlarını O'na sav teklif etmişler, kendileri de bunu uygun buldukları için Âişe ve Hafsa ile evlenmiş ve dostlarının arzularını yerine getirmişlerdir. e Resûlullah'ın sav en önemli görevi İslâm'ı ümmetine doğru bir şekilde aktarmak, öğretmek, yaşatmak ve gelecek nesillere intikalini sağlamaktı; ümmetin yarısı kadındı, onların da İslâm'ı ve bu arada aile hayatı ile ilgili ahkâmı bilmeleri gerekiyordu; birden fazla kadın, bir kadından daha çok bilgi edinme ve aktarma kaynağı demekti ve Allah Resûlü sav bundan da istifade etti, bugün elimizde bulunan birçok hadîsin ilk râvîleri O'nun sav sevgili eşleridir. Eğer Peygamberimiz sav isteseydi yüzlerce kadınla evlenebilirdi, bunlarla sırf cinsî tatmin için evlense idi, birçoğu yaşlı dul kadınlarla değil, daima güzel ve çekici kızlarla evlenirdi. Hz. Âişe'den başka kızla evlenmemiştir. O'nunla sav evlenmeye can atanların, nikâhı altında kalmak için her fedâkârlığa razı olanların ruh halini anlamak için O'na sav, kafasını "cinsel dürtü" ile bozmuş insanların gözüyle değil, ümmetin gözüyle bakmak gerekir; ümmetine göre, O sav, Allah sevgilisi, günahkârların şefâatçisi, eşsiz ve üstün örnek; insan, cin ve peygamberlerin Efendisi, kâinatın yaratılış sebebi, dışı insanlar ile, içi daima Allah ile meşgul, dünyanın en büyük dininin Peygamber'i ve Allah'ın insanlığa son elçisidir. Bugün dünyada yaşayan bir milyar müslümanın her gün kendisini, iman ve sevgi ile selâmladığı, dünya ve âhirette şefâatini dilediği yegâne kâmil insandır. "Merhaba ey Rahmeten li"l-âlemîn Merhaba sensin şefi'a'l-müznibîn" ...... "Ben sana âşık olıcak ey lâtîf Senin olmaz mı dü âlem ey şerîf" III. PEYGAMBERİMİZİN GÜNLÜK VE AİLE HAYATI A. Günlük Hayatı Resûl-i Ekrem sav Efendimiz sabah namazını kıldıktan sonra seccadenin üstüne uzanır, güneş doğuncaya kadar istirahat eder, sonra uzaktan yakından kendisini görmeye gelenleri kabul etmeye başlardı. Gelenler halka şeklinde etrafında toplanırlardı, O, çevresindekilere vaaz eder, öğütler verir, sorularını cevaplandırır, hattâ gördükleri rüyâları tabir ederdi. Bazen arkadaşlarına kendi rüyâlarını anlatırdı. Hem okul, hem meclis, hem de sohbet yeri olan mescitteki bu oturumlarda herşey konuşulurdu. Bir yandan cahiliyye devri konuşulur, bu devre ait şiirler okunur, öte yandan yeni İslâm devlet ve toplumunun sosyal, ekonomik, siyâsî meseleleri müzâkere edilir, ganîmet ve zekât dağıtılır, gelir ve gider durumu görüşülürdü. Genellikle bu faaliyet kuşluk zamanına kadar sürerdi. Kuşluk vakti gelince güneşin doğmasından bir iki saat sonra Peygamberimiz sav dört, yahut sekiz rek'at kuşluk duhâ namazı kılar, sonra evine gelir, ev işleriyle meşgul olur, elbise ve ayakkabıları tamir eder, hayvanlarını sağardı. İkindi namazından sonra eşlerini teker teker ziyaret eder, hal ve hatırlarını sorar, geceyi ise -genellikle- sırayla birinin yanında geçirirdi. Peygamberimiz'in sav evi, herbirini bir eşine tahsis ettiği, kerpiçten yapılmış, üstü hurma dallarıyle örtülmüş basit odacıklardan ibaretti. Geceyi geçireceği eve diğer eşleri de gelir, Peygamberimiz sav yatsı namazından dönünceye kadar aralarında görüşüp konuşurlardı. O sav, namazdan dönünce herbiri kendi odasına çekilirdi; Resûlullah sav Efendimiz, yatsı namazından sonra oturup konuşmayı, vakit geçirmeyi sevmezdi. Yatmadan önce "İsrâ, Zümer, Hadîd, Haşr, Teğâbun, Cum'a" sûrelerinden birini okur, sonra dûasını yapar ve sağ tarafı üzerine yatar, sağ elini, sağ yanağının altına koyardı. Yatağı ya deri, ya hasır, yahut da basit bir yataktı. Allah'ın ve ümmetin Sevgilisi Peygamberimiz Efendimiz sav gecenin yarısı, yahut üçte ikisi geçince uyanır, yastığına yakın bir yerde bulundurduğu misvakı belli bir ağaçtan yapılmış bir nevi fırça ile dişlerini ovar, sonra kalkar, abdest alarak -bütün ömrünce devam ettiği- gece namazını Bu namaz on bir rek'attı, uzun zaman ayakta durduğu için ayaklarının şiştiği olurdu. Önceleri sekiz rek'atta bir oturduğu, sonra on bire tamamladığı halde, yaşlanınca iki rek'atta bir oturarak kılardı. Gece ibâdetini edâ edince bir süre daha yatağında uyur, sonra Bilâl sabah ezanını okurken uyanır, abdest alır, sabah namazının sünnetini odasında kılar ve cemâatle farzı edâ etmek üzere mescide giderdi. B. Aile Hayatı İnsânî duygular, siyâsî ve sosyal sebeplerle hayatını birleştirdiği eşleri, O'nun sav sâde hayatına ayak uydurmak zorunda idiler. Bu sebeple bazen hayatlarından şikâyetçi olur, bazen de birbirlerini kıskanırlardı; fakat Resûl-i Ekrem sav bir gün bile onlardan şikâyetçi olmamış ve kendilerine karşı sertlik göstermemiştir. Eşleri arasında en çok Hz. Hatice'yi severdi; kendisi yirmi beş, o ise kırk yaşlarında iken evlenmişlerdi, buna rağmen yirmi beş yıl, yalnız Hatice ile iffetli ve mutlu bir hayat yaşamış, çok yaygın bir âdet olmasına rağmen onun üzerine ikinci bir kadınla evlenmemişti. Sevgili eşinin vefâtından sonra da onu hiçbir zaman unutmamıştı. En küçük bir hatıra ona olan sevgisini tazeler, sevgi ve rahmetle anmasına vesile olurdu. Hz. Hatice'nin vefatından sonra idi; bir gün kızkardeşi Hâle, Efendimiz'i sav ziyarete gelmiş, huzuruna girmek için izin istemişti. Sesi, Hz. Hatice'nin sesine benzediği için Peygamberimiz sav heyecanlanmış ve "bu gelen muhakkak Hâle'dir" demişti. Yanında bulunan Âişe bu durumdan üzülmüş, "ölen bir kadını böylesine hatırlamanın ne mânâsı var, Allah sana daha iyi zevceler verdi" demişti. Resûlullah'ın sav cevabı şöyle oldu "Hayır, gerçek senin dediğin gibi değildir; herkes bana inanmadığı zaman bana inanan o idi, herkes Allah'a ortak koşarken o müslümanlığı kabul etmişti, benim hiçbir yardımcım yok iken o bana yardım ediyordu!" Resûl-i zîşân Efendimiz sav Hz. Hatice'den sonra en çok Hz. Âişe'yi severdi; ancak bu sevginin yönlendiricisi ne çekicilik idi, ne de cinsî arzû! Çünkü Sâfiyye, Âişe'den daha güzeldi, güzellikte ondan geri kalmayan başka eşleri de vardı. Bu sevginin sebebi, Hz. Âişe'nin kabiliyeti, zekâsı, İslâm'ı anlama, yorumlama ve aktarmadaki başarısı idi. Peygamberimiz sav "Bir kadın dört şeyi için seçilir Malı, güzelliği, soyu ve dindarlığı; siz kadının dindar olanını tercih ediniz" buyurmuşlardır. Kendileri de tercihlerinde bunu dikkate almışlardır. Hz. Âişe ictihad kafasına sahip, görüp işittiğini iyi kavrayan, kavradığını iyi yorumlayan bir kadındı. Ashâb ile dînî konular üzerine girdiği tartışmaların çoğunda kendisi haklı çıkmıştır Bu konuda Zerkeşî'nin müstakil bir eseri vardır. Efendimizin sav eşleri arasında arasıra meydana gelen sürtüşmeler kalıcı olmaz. Muhterem Eşlerinin, eğitimi sayesinde temizlenmiş gönülleri, kötü duygulara kısa zamanda galip gelir, dostlukları avdet ederdi. Her gün bir araya gelip yatsı sonuna kadar Peygamberimizi sav, sırası gelenin odasında beklemeleri de bunu göstermektedir. Hz. Âişe'nin, münafıklar tarafından ortaya atılan bir iftira ile suçlandığı sırada -meşhûr deyişimizle kuması olan- Zeyneb'in onun lehinde şahitlik etmesi bu dostluğun bir başka delilidir. Hz. Âişe, Sevgili Eşine sav karşı beslediği aşırı muhabbet sebebiyle sık sık kıskançlık duygusuna kapılır, bazen bunu yenemeyerek sert çıkışlar yapardı. Böyle bir davranışının üzerine babası Ebû Bekir gelmiş, onu azarlamak istemiş, fakat Peygamberimiz sav bunu önlemişti. Ebû Bekir kalkıp gitti, bir süre sonra tekrar uğradığında karı-kocanın barıştıklarını, sevgi içinde sohbet ettiklerini görmüş ve "demin kavganıza katıldık, şimdi de barışınıza katılalım" demişti. Tarih boyunca birçok büyük insan, yüce hedeflere erişebilmek için dünya menfaatlerine, rahat ve huzura arkasını dönmüş, büyük çileler çekmişlerdir. Bu sıkıntılı ve çileli hayatı, sevdiklerine yaşatmamak için bunların çoğu bekâr kalmayı tercih etmiş, kadın ve çocuk sevgisinden mahrum yaşamışlardır. Resûl-i Ekrem Efendimiz sav bu konuda emsalsiz bir örnektir; O sav, hem çilelerin en büyüğünü yaşamış, hem evlenip çoluk çocuk sahibi olmuş, hem de -çoğu servet ve refâh ortamında yetişmiş- eşleri ile çocuklarına, diğer müslümanların altında bir refah yaşatmıştır. Fetihler İslâm toplumuna servet akıtmaya başlayınca, eşleri bundan pay istemişler, O sav, buna karşı çıkarak "ya ben, yahut da dünya zineti ve zevkleri" demişti. Eşsiz eğitiminin tesiri iledir ki hepsi O'nu sav tercih etmiş, birer kat elbiselerini ve kerpiçten odaları içinde birer gönül sultânı olarak yaşamışlardı. Olayı Kur'ân âyetlerinden takip edelim "Ey Peygamber, eşlerine şöyle de Eğer dünyanın parlak hayatını ve güzelliklerini istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle gönül hoşluğu ile serbest bırakayım. Eğer Allah'ı, peygamberini ve âhiret yurdunu diliyorsanız bilin ki, Allah içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır."23 Resûl-i Ekrem sav bu zühd hayatını yaşarken zorlanmıyordu. Çünkü insanlara maddî varlığın ve zevklerin bahşettiği huzur ve mutluluğu O sav, sevdiği Rabbi ile, bir an kesintiye uğramadan devam eden beraberlikte buluyor, "bu kadar açlık ve susuzluğa nasıl dayandığını" soranlara "O beni yedirip, içiriyor" cevabını veriyordu. Bu ruh halini ve kemâlini, yirmi üç yıllık eğitimcilik hayatında, başta ailesi ve yakınları olmak üzere ashâbına da aktarmaya çalışmış ve büyük ölçüde başarılı olmuştur. Sevgili Peygamberimiz sav dünya menfaat ve zevklerine hor bakan hayatı ile, kendisinden sonra gelecek olan devletlilere de örnek olmak istemiştir. Örnek İnsan, Yüce Peygamber sav ev idaresi ile bizzat meşgul olmaz, eline geçeni, evine gelmeden son kuruşuna ve parçasına kadar ümmete dağıtırdı. Kendisi ve âilesi, Hayber civarındaki küçük arâziden elde edilen gelir ile geçinirlerdi. Evin idaresini Hz. Bilâl yürütürdü, bir gün kendisine Hz. Peyamber'in sav âilesinin nasıl geçindiğini sordular. Bilâl şöyle anlattı "Resûlullah'ın sav evinin idaresini ben yürütüyordum. Kendileri çok sâde ve yoksulca bir hayat sürerlerdi. Bununla beraber hiçbir misafiri çevirmez, onlara bazen bizzat hizmet ederdi. Eve bir yoksul gelir de yardım isterse olanı verirdi, evde birşey bulunmazsa beni gönderir, ödünç buldurur ve yoksulu yine boş çevirmezdi." C. Çocuklar ve Çocukları 1. Çocuklar Resûl-i Ekrem sav ümmetini, evlenip çocuk sahibi olmaya ve çoğalmaya teşvik etmiş, çocukları sevmiş ve herkesin sevmesini istemiştir. Kendileri deve üzerinde bir yerden gelirken çocukları görürse onları devesine alır ve sevindirirdi. Çocukları sevdiği için rastladığı yerde selâm verir, böylece hem onları sevindirir, hem de eğitirdi. Bir gün Hâlid b. Sa'îd isimli sahâbî, yanına aldığı küçük kızı ile beraber Peygamberimiz'i sav ziyarete gelmişti. Kız Habeşistan'da dünyaya geldiği için ona, Habeş dili ile "güzel kız" diye hitap etmiş, onu yanına almış, kızın kendisi ile oynamasına ve bu arada, iki kürek kemiği arasındaki "peygamberlik mührü" ile oynamasına izin vermişti. Bilâhare kendisine bir yerden, etrafı işlemeli kumaş parçaları hediye edilmiş, bunu kime vereceğini bir müddet düşündükten ve yanındakilere sorduktan sonra, Hâlid'in bu küçük kızını çağırtarak kumaşları ona vermişti. Bir başka gün yoksul bir kadın, iki çocuğu ile beraber Hz. Âişe'ye gelir, Âişe bunlara verecek başka bir şey bulamadığı için bir tek hurma verir, kadın da bu hurmayı iki parçaya böler ve çocuklarına verir. Misafirler ayrıldıktan sonra Resûlullah sav Hz. Âişe'nin yanına gelince Âişe olayı kendilerine anlatır, Efendimiz sav şu cevabı verir "Allah kimlere çocukları sevdirir, onlar da hakkıyle severlerse ateşten kurtulurlar." Çocukluğunu Hz. Peygamber'in sav yanında geçiren Hz. Enes, Resûlullah'ın sav şöyle buyurduğunu nakletmiştir "Uzunca kılmak üzere bir namaza durduğum zaman, bir çocuğun ağladığını duyarsam, namazımı kısaltırım; çünkü çocuğun ağlaması anneyi üzer." O'nun sav çocuklara karşı sevgisi ve merhameti, yalnızca müslüman çocuklarına ait değildir. Bir savaşta, iki birlik arasında kalan birkaç çocuk ölmüştü. Sonradan Resûlullah sav durumu haber aldı ve son derece üzüldü. Ashâb O'nun sav bu derecede üzüldüğünü görünce "Ey Allah'ın Resûlü sav! Niçin bu kadar üzülüyorsunuz, onlar nihayet kâfir çocukları değil mi?" dediler ve şu cevabı aldılar "Bu çocuklar, Allah'a ortak koşan kâfirlerin çocukları da olsalar sizden daha iyidirler; dikkat ediniz, çocukları öldürmeyiniz, asla çocukları öldürmeyiniz! Her insan, Allah'ın insan nev'ine verdiği özellikler fıtrat ile doğmaktadır!" Efendimiz sav elindeki meyvaları en küçük çocuklara verir, onları sever, okşar ve öperdi. Bir gün yine çocukları severken bir bedevî gelmiş, "siz çocukları böyle sever misiniz, benim on torunum var, daha bir tanesini kucağıma alıp sevmedim" demişti. Resûl-i Ekrem sav "O halde Allah seni, şefkat duygusundan mahrum etmiş" buyurdu. Kâinâtın Öğünç Vesilesi sav, Mekke'den Medine'ye ulaştığı sırada ensâr kızları -diğer kalabalık içinde- karşılamaya çıkmış, şarkı ve marşlar okumuşlardı. Peygamberimiz sav bu çocukları okşadı ve onlara sordu "Beni sever misiniz?" hepsi birden "evet" diye bağırdılar; O sav, "ben de sizi, hepinizi seviyorum" dedi. 2. Çocukları Peygamberimiz'in sav -ittifak edilen haberlere göre- altı çocuğu olmuştur. Bunlardan ikisi Kâsım ve İbrâhim erkek, dördü ise Zeyneb, Rukayye, Ümmü Külsûm ve Fâtıma kızdır. Bu çocuklardan beşi Hz. Hatîce'den, İbrâhim ise Mâriye'den doğmuştur. Allah'ın takdiri ve nice hikmetleri yüzünden olmalı ki, çocuklarından erkek olanlar küçük yaşlarında vefat etmişler, kendisinden sonraya kalan tek çocuğu Hz. Fâtıma da, Sevgili Babasından altı ay kadar sonra O'na sav kavuşmuştur. Efendimizin sav oğlu İbrâhîm son nefeslerini solurken gönderilen haber üzerine Peygamberimiz sav yetişmiş, çocuğu kucağına almış ve üzüntüsünden ağlamıştı. Yanlarında bulunan Abdurrahman b. Avf "Ey Allah'ın Resûlü, ne yapıyorsunuz, siz de mi ağlıyorsunuz?" deyince şu cevabı vermişlerdi "Gönül üzülür, göz yaş döker, ancak -bu sırada dilini göstererek- şu, Allah'ın razı olmadığı bir kelime söylemez, Ey İbrâhîm, ölümünden dolayı çok üzgünüm!" Hz. Fâtıma, onbeş yaşlarında iken kendisinden beş altı yaş büyük olan Hz. Ali ile evlenmiştir. Onu daha önce Ebû Bekir ve Ömer de istemişler, Resûl-i Ekrem sav kendilerine müsbet veya menfî bir cevap vermemişti, bu sırada Hz. Alî de isteyince ona verdi. Mü'minlerin "Fâtıma Anamız" diye en az kendi anaları kadar sevdikleri bu büyük kadının çeyizi "bir yatak, bir yatak çarşafı, iki el değirmeni un ve bulgur için ve bir su tulumundan ibaret idi. Resûlullah'ın sav çok sevdiği bu iki aziz varlık mutlu, fakat yoksul bir hayat geçirdiler... Aile hayatında kaçınılmaz olan kırgınlıklar olursa Sevgili Babaları sav hemen gelir, onları barıştırır, neşe ve mutluluklarını görünce mesut olarak ayrılırdı. Birgün böyle bir barışma dönüşünde kendisine sevincinin sebebini sormuşlardı, "en çok sevdiğim iki kişiyi barıştırdım" cevabını verdi. Allah Sevgilisi'nin sav bu ölçüde sevdiği kızı unu kendi eliyle öğütür, bu yüzden elleri yaralanırdı, evinin suyunu taşır, bu yüzden göksü yara olurdu, evini barkını süpürür, toz toprak içinde kalırdı, ekmek ve yemeğini kendi pişirir, dumana boğulurdu. Bu hal müslümanlar fakir iken böyle olduğu gibi, servete kavuştuktan sonra da böyle devam etmiştir. Bir gün karı koca aralarında dertleştiler; Hz. Alî su taşımaktan göğsünün yara olduğunu söyler, eşi de un öğütmekten elinin yaralandığını dile getirir, Hz. Alî "babana bugünlerde birçok esir geldi, gidip bir tane hizmetçi istesen" der, eşi de bunu uygun görüp babasına gelir. Babası sav "hayır ola kızım, bir isteğin mi var?" diye sorunca utanır, isteğini söyleyemez ve "babacığım sizi görmek ve selâm vermek için geldim" diyerek evine döner. Bu defa Hz. Alî de yanına katılır, birlikte tekrar gelirler ve durumlarını arzederek bir hizmetçi isterler. Yüce Peygamber sav onlara "Suffe ehli ve diğer yoksullar sizden daha muhtaç, size veremem" der, çaresiz dönerler. Resûl-i Ekrem sav işlerini bitirince, gönüllerini almak üzere evlerine gelir, bu sırada yatmışlardır. Üzerlerinde kısa bir yorgan vardır, başlarına çekseler ayakları, ayaklarına çekseler başları açıkta kalır, Sevgili Babaları'nı görünce fırlarlar, O sav, "sakın kalkmayın" der, gelip yanlarına oturur ve şöyle buyurur "Size, hakkınızda, sizin benden istediğinizden daha hayırlı olacak bir şey bilgi vermeye geldim, bunu bana Cebrâîl öğretti, yatacağınız zaman otuz üç kere sübhânellah, otuz üç kere elhamdülillah, otuz dört defa da Allahuekber deyiniz". Evet hizmetçi çalıştırmanın birçok maddî ve mânevî sorumlulukları vardı. Bir Peygamber kızına bunları taşımak ve belki de üzerinde kul hakkı bulunarak Rabbine kavuşmaktan çok, çileli hayatın içinde pişmek, bitip tükenmez dünya işleri arasında devamlı Allah'ı anmak ve ebedî hayatta Babası'nın sav meclisine lâyık olmaya çalışmak yakışırdı. Peygamber hanesinde hâkim olan sade hayat, O'nun çocuklarının evlerinde de görülmeli idi. Nitekim Hz. Fâtıma'ya kocası bir altın gerdanlık hediye etmişti. Peygamberimiz sav bunu görünce -doğrudan kendisine bir şey söylemeyip- Hz. Âişe'ye "Herkesin, Peygamber'in kızı Fatma'nın boynunda alevden bir halka gördük" demelerini kabul eder misiniz?" demiş, Hz. Fâtıma bunu duyunca derhal gerdanlığı sattırmıştı. Onlar Peygamber hanımları, peygamber çocukları idi, diğer müslümanlardan farklı olmalı idiler; ancak bu fark, başkalarından daha zengin, daha müreffeh olmak şeklinde değil, başkaları açlıktan karınlarına bir taş bağlarken onlar iki taş bağlamak, başkaları doymadan doymamak, başkaları zînetler içinde dolaşırken onlar sade yaşamak suretinde gerçekleşecekti. O'nun sav engin sevgi gölgesinin, torunlarının üzerine düşmemesi düşünülemezdi. Onları sık sık görür, sever, gönüllerini alır, gerektiği zaman avuturdu. Kızı Zeyneb'den olma torunu Ümâme küçüktü, Peygamberimiz'in sav yanında bulunuyordu, Sevgili Dede çocuğu bir şeyler ile oyalayıp namaza durmuştu, başını secdeye koyunca çocuk koşarak geldi ve sırtına bindi, merhamet ve şefkat kaynağı Yüce Peygamber sav, namazının geri kalan kısmını çocukla tamamladı, kalktıkça düşmesin diye onu bir eliyle omuzunda tutuyor, secde ettikçe bırakıyordu. Bir gün elinde bir gerdanlık olduğu halde eve geldi ve "bunu, içinizde en çok sevdiğime vereceğim" dedi, evdekiler "her halde Ebû Bekr'in kızına Âişe'ye verecek" dediler, torunu Ümâme'yi çağırttı, gerdanlığı eliyle onun boynuna bağladı, çocuğun gözleri ağrıyordu, mübârek elleriyle onları da sildi. Asırlar boyu milyarlarca insanın gönlünde taht kuran Yüce Peygamber'in sav sâde ve mütevâzı görünüşü içinde insana ürperti, hayret ve gıpta duygularını birlikte yaşatan aile hayatından çizgiler sunmaya çalıştık. Görülen odur ki kişi dururken Peygamber, has kul, büyük ve kâmil insan, milyarların sevgilisi olamıyor!* 1. Tercüman gazetesi ve Girişim dergisinde yayımlanmıştır. Yıl 1987. 2. Bunun mânâsı "mehir istemeden onunla evlenmeye razı olan kadınlar"dır. 3. Ahzâb 33/50. 4. Ahzâb 33/51. 5. Müslim, Sahih, 1463. 6. İslâm Peygamberi, c. II, s. 18; Mevlânâ Şiblî'ye göre Hz. Âişe, Peygamberimiz sav ile evlendiği zaman on sekiz yaşında idi; Asr-ı Sa'âdet, İst. 1928, c. II, s. 997. 7. Tabakât, c. VIII, s. 101 vd.; Prof. Hamîdullah, age., c. II, s. 20 vd. 8. Prof. Hamîdullah, age., c. II, s. 20 vd. 9. Taberî, c. 28, s. 91. 10. Tahrîm 66/1. 11. Itk, 13. 12. Muhabbar, s. 88-89; Prof. Hamîdullah, age., c. 2, s. 22. 13. Buhârî, Meğâzî, 38; Hucurât, 11; Talâk, 1. 14. Meğâzî, 38. 15. Müslim, Nikâh, 84. 16. Ayrıca bkz. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, c. 2, s. 24. 17. Tabakât, c. 8, s. 148. 18. Müslim, Tevbe, 56. 19. Buhârî, Tefsîru sureti'n-Nûr, 6. 20. Gazzâlî, İhyâ, c. 2, s. 28. 21. Müslim, Hacc, 141. 22. Müzzemmil 73/20. 23. Ahzâb 33/28-29. * Peygamberimiz'in sav âile hayatını yazarken başvurduğumuz kaynaklar Kur'ân-ı Kerîm, meşhur altı hadîs kitabı el-Kütüb's-sitte, İbn Sa'd, Tabakat 8. cilt, Prof. M. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I-II, Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Sa'âdet, II, A. Azzâm, Resûl-i Ekrem'in sav Örnek Ahlâkı... Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın. Efendimiz, çocukluğundan vefâtına kadar, hep büyük acılarla karşılaşmış, her türlü sıkıntı ve ıztırâbı tatmıştır. Dünyâya gelmeden babasını, altı yaşında annesini, sekiz yaşında dedesini, peygamberliğinin onuncu senesinde kendisini muhâfaza eden amcası Ebû Tâlib’i, bundan üç gün sonra da dâvâsındaki en büyük desteği sevgili hanımı Hazret-i Hatîce’yi, Uhud’da Şehîdlerin Efendisi Hazret-i Hamza’yı, yedi evlâdından altısı ile birçok torununu, kimisi küçük yaşta kimisi de yetişkinlik çağında olmak üzere bir bir Hakk’a uğurladı. Çok sevdiği ashâbından birçoğunu kendi elleri ile kabre koydu. İşkencelere, hakâretlere, iftirâlara, açlığa ve yokluğa mâruz kaldı. Savaşlarda yaralandı, ateşli hastalıklara müptelâ oldu. Ancak bunların hiçbirisi O’nun metânetini ve muvâzenesini bozmadı. O her hâlükârda sabır ve rızâ hâline örnek oldu. Acabâ kaç kişi altı evlâdını kendi elleriyle toprağa vermiştir? Kaç kişinin kucağında küçük yavruları ve torunları nefes almakta zorlanmış ve rûhunu teslîm etmiştir? Hiç amcasının nahif bedeni parçalanıp ciğeri dişlenen bir kimse var mıdır? Hâsılı Resûlullâh, gibi her türlü acının en dehşetlisiyle imtihân edilen ve her birinde de sabır ve rızâ numûnesi olan başka biri var mıdır? Peygamber ilk eşi Efendimiz 25 yaşında iken ile evlenmiş ve o vefat edinceye kadar başka hanımla evlenmemiştir. Peygamber Efendimizin pak zevcelerinden biri de Hazreti Aişe-i Sıddıka validemizdir. Bu muhterem validemiz, Resuli Ekreme çok hizmetlerde bulunmuş, ondan çok ilm-ü irfan ahzetmiş, islâmiyet âlemini neşrettiği bir çok bilgi ile aydınlatmıştır. Hazreti Aişenin zekâsı, dirayeti, nezaheti, kudreti ilmiyesi fevkalâde idi, onun nezahetini Kur'anı Mübîn ilân etmektedir. Onun bu nezahetine muhalif bir söz söyleyecek bir müslüman tasavvur aişeden başka bir çok zevcesi daha vardır ki,Kadınlara ait hükümleri kasınlar vasıtasıyla yaymak amacıyla onlarla evlenmiştir. peygamberimizin çocuklarına gelince bunlar, Resuli Ekremin hayatında ahirete irtihal eden ve buluğa ermiş bulunmayan Abdullah, İbrahim, Kasım adındaki masum mahdumlar ile Zeynep, rûkiye ve Ümmi Gülsüm, namında üç muhterem kerimesi, ve bilâhere vefat eden Fatımatüzzehra ile onun evlât ve ahfadıdır. Resûlu Ekrem efendimizin mübarek zürriyyeti, kendisine has bir imtiyaz olmak üzere muhterem kızı Fatımanın evlât ve ahfadı vasıtasile devam etmiş, Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin ve onların kıyamete kadar devam edecek olan mübarek ensali, Nebiyyi zişanımızın zürriyyetini teşkil etmekte Peygamber’in aile fertlerine ilgi gösterdiği, onlara değer verdiği bilinen bir husustur. Bu noktada bahsi geçen ilgi ve değerin hangi boyutta olduğu, bir önder ve yol gösterici olarak Hz. Peygamber’in nasıl bir uygulamayı seçtiği, hanımlarına sevgisini nasıl izhar ettiğidir? Resulullah örnek modelimiz olduğuna göre, bunları bilmek hayatımızı kolaylaştıracağı gibi hareket alanımızı da genişletecektir…”Öncelikle hemen ifade edelim ki, “Erkeğin hanımına harcadığı her şey sadakadır…” “Erkek hanımına su bile içirse ecri vardır…” “Sizin en hayırlınız, ehline karşı hayırlı olandır. Ehline karşı en hayırlınız benim…” buyuran Resulü Ekrem’in eşlerine karşı çok müşfik davrandığı, onları koruyup kolladığı, onlara sevgisini izhar ettiği bir gerçektir. Hele hele günümüzde pek çok kadının ve çocuğun mağdur olduğu “dayak” gibi son derece itici olan davranışlara yine Hz. Peygamber asla prim vermediği de bir gerçektir. Nitekim Hz. Aişe annemizin, Resulullah’ın hayatı boyunca hiçbir kadına ve hiçbir çocuğa elini dahi kaldırmadığına şahadeti son derece önemli bir kayıttır. Hal böyle olunca onun ümmetinin bireyleri olan müminlerin de davranışlarını, hareket tarzlarını yeniden gözden geçirmeleri bir zarurettir. Çünkü ahiret günü hesaba çekildiğimizde kadın bağlamında sınavdan geçememek vardır, Resulullah’ın şefaatinden mahrum kalmak Peygamber evlilik hayatını incelediğimizde hanımlarına karşı davranışlarında örnek almamız gereken şu hususlara rastlıyoruz— Hz. Peygamber her fırsatta hanımına karşı faziletlerini söylerdi…— Hz. Peygamber eşine sevdiğini ifade ederdi…— Hz. Peygamber, hanımını bineğine alırdı… Dahası, hanımının deveye binmesine yardımcı olur ve dizine bastırarak bineklerine binmelerine yardımcı olurdu…Hz. Safiye annemiz anlatıyor “Resulullah, bir gece yolculuğunda beni devesinin arkasına almıştı. Yolda uyuklamaya başladım. Uyumamı önlemek için bir yandan beni konuşturuyordu, bir taraftan da Hey! Ey Huyey’in kızı, ey Safiye! Uyuma diyordu…”— Hz. Peygamber, kendisine Sahabenin yaptığı yemek davetine hanımının da olması kaydıyla icabet ederdi…— Hz. Peygamber, sevgisinin bir nişanesi olarak eşinin su içtiği bardağı alarak onun ağzına değdirdiği yerden su içerek sevgisini izhar ederdi…— Hz. Peygamber, bazen eşiyle yemek yerken onun yediği şeyi onun elinden alarak onun yediği yerden yer ve aralarında ünsiyeti kavileştirirdi.— Hz. Peygamber yemeğe hanımından önce başlamazdı.— Hz. Peygamber üzüntülü anlarında eşini teskin eder ve onun üzüntüsünü paylaşırdı. Üzüntüden ağlayan eşinin göz yaşlarını kendi mübarek eliyle silerdi.— Hz. Peygamber hanımlarıyla sohbet ederdi.— Hz. Peygamber ev işlerinde hanımına yardım ederdi. Bu noktada “evini süpürür, ayakkabı tamiri, elbise yamaması, elbise temizliği” gibi işleri o da yapardı… Yine bu minvalden olmak üzere “hayvanlara ot verir, deveyi bağlar, koyunun sütünü sağardı”.— Hz. Peygamber, eşiyle istişare ederdi.— Hz. Peygamber, çocuk bakımında eşine yardımcı olurdu…— Hz. Peygamber, çocuk bakımı sırasında onların kirinden tiksinmez, onların yüzlerindeki, burunlarındaki kirleri hemen temizlerdi…— Hz. Peygamber eşiyle şakalaşırdı. Hz. Peygamber, “vefatından önceki rahatsızlığının başladığı bir gün bile, Hz. Aişe ile şakalaştığını görmekteyiz. O gün Hz. Aişe’nin nöbetiydi. Hz. Peygamber kapıdan içeri girdi. Şiddetli bir baş ağrısı çeken Hz. Aişe’nin “Vay başım!” diye baş ağrısından yakındığını görünce, gerçekten büyük bir ıstırap çekmekte olan -ve bazı muhaddislerin ifadesine göre- vefat edeceği kendisine bildirilen Resulü Ekrem o esnada bile şaka yaparak buyurdu ki -Asıl ben vay başım, demeliyim. Sen benden önce ölsen, seni elimle yıkasam, kefene koysam, namazını kıldırsam ve kabre defnetsem olmaz mı? Bunu duyan Hz. Aişe -Vay başıma gelenler! Vallahi öyle sanıyorum ki, sen gerçekten benim ölmemi istiyorsun. Eğer ben ölürsem, sen o günün akşamı hanımlarından birini çağırırsın deyince, Hz. Peygamber tebessüm buyurdu.”— Hz. Peygamber geceleyin namaz kılmak için kalkerken eşinden izin isterdi.— Hz. Peygamber eşiyle koşu yarışı Peygamberin eşleriyle olan davranışları elbette bunlarla sınırlı değil. Eve her girdiğinde “eşini selamlaması, sevgisinin nişanesi olarak onu öpmesi, elini onun omzuna koyması” gibi daha pek çok örnek söz konusudur. Çünkü Hz. Peygamber hanımlarıyla sevgi bağlarını pekiştirecek, yakınlığı artıracak hal ve hareketlere özel bir önem atfetmiştir. Rahmet Peygamberi olarak zaten bu davranışlar ümmetine miras bıraktığı nokrada neden hanımlarıyla değil de hanımıyla şeklinde tekil ifade kullanmamızın nedeni ise, Resulullah’ın davranışlarının çoğunlukla Hz. Aişe annemiz olmak üzere, davranış şekillerinin farklı annelerimiz tarafından aktarılmış bir hakikattir “Horlanan, ruhu olup olmadığı tartışılan, fikrine başvurulmayan, hatta eve alınmayan, pişirdiği yemek yenilmeyen, hiçbir söz hakkı olmayan, sadece tatmin vasıtası olarak muamele gören kadını, İslâm dini layık olduğu konuma yükseltmiş ve Hz. Peygamber aile yaşantısı noktasında bunun en mükemmel örneğini ortaya koyarak eşsiz bir misal oluşturmuştur…”

peygamber efendimizin aile hayatı ile ilgili kısa hikayeler