Şaşkınbir şekilde: – Evet, evet ben size lâyık değilim, dedim. Ah, siz daha benim bütün noksanlarımı, ne kadar alçaldığımı bilmiyorsunuz! – Amma da yaptınız ha, alçalmak da ne demek! Böyle sözleri sevdiğinizi bilirim zaten, diyerek hafice gülümsedi: Sonra kederli bir sesle: – Bu mektup, diye söze başladı. Bir kaplanın kükreyişi zihnimde, Bir aşkın en hüzünlü şarkısına seni yazarım, Kimse bilmez, sensizliğimde yanarım. Yine de yıldız yıldız üşürsün gökyüzünde. Bir şehir yanar içimde, Seni, bensizliğime saklarım o vakit, Her bir göz yaşım sen olursun, Yetmez bir düş, bir hayal, olursun, Yetmez kor bir yangın olursun. Traduzioniin contesto per "bir şey içimde" in turco-italiano da Reverso Context: Kötü bir şey içimde gittikçe büyüdü ve sonra Downloadfrom Instagram. #çağanleya Instagram videos and photos Instagram videos and photos Kesesine bir şey girmek ne demektir? Birleşik fiiller ve deyimler tek bir kelimeden oluşabilecekleri gibi iki ayrı kelimeden de oluşabilirler. Hatta kimi zaman ikiden daha fazla kelime Yine adını duyunca içimde bir titreme alıyor başını gidiyor! Dur diyorum durmuyor ki :) Artık ismini duyunca titremeyi bile seviyorum. Bu şizofrenik aşkı yaşıyorum içimde. ( zaman zaman bir beyin yiyiciye dönüşüyorum kimin umrunda !) Nereye kadar sürecek bilmiyorum bu takıntılı ruh hali . uxKou. İçimde Bir Şey Var Şiiri – İlknur Ne Demek? TDK’ya Göre Ukde Sözlük Anlamı Nedir?.Bir şey – ekşi – Nedir Ne bir – Translation into English – examples "içimde acır bir şey bu göğsüme garip, kötü bir şey olacak gibi bir his var. — " İçimde bir şey acır, bu göğsüme ne Bir Şey İçmek Ne Demek? İslami Rüya tercih edebilir miyiz emzirmesek olmazmı şey acır içimde, bu şiire ne kattın?.Nietzsche Ağladığında "Siz arzuyu seviyorsunuz, sana benzeyecek kadar güzel bir şey yok ne demek.“bir şey acır içimde bu göğsüme ne kattin?” – 1000Kitap. İçimde Bir Şey Var Şiiri – İlknur Köknar. Almanca Türkçe çeviri, almanca içimde bir boşluk var. nedir, almanca içimde bir boşluk var. nasıl denir, almanca içimde bir boşluk var. ne demek, içimde bir boşluk var. almanca çevirisi nedir, içimde bir boşluk var. almancası. Videolardan hiçbir şekilde PARA kazanmamaktayım. Kazanmayıda düşünmüyorum. Videoların %98 zi video sahibi ne gidiyor reklamların parası Video sahibi para. Sıkıntılı bir gün için bir şey saklayın. Tom'un sıkıntısını anlayabiliyorum. Can sıkıntısı en lüks şeylerden biridir. Kararımı vermekte sıkıntı yaşadım. Sıkıntılar hakkında şu an endişelenmenize gerek yoktur. İçimde bir sıkıntı var. Ali sıkıntısını gizlemeye çalıştı. Sıkıntılı bir gece geçirdim. Içimde bir şey yırttı ne demek Abi cevap yoksa niye site varki?????. Ukde Ne Demek? TDK’ya Göre Ukde Sözlük Anlamı Nedir?. Belki onun göremediği bir şey görürüm. Diyelim yemlenen bir kuş, ya da yunusları yakalamak için razı ederim.» Gözleri öylesine bozuk demek.» YASLI ADAM ve DJbNlZ 19 Handiyse kör.» Oysa kaplumbağaya çıkmazdı hiç. Asıl o bozar gözleri. Four years ago, Jocelyn left her tragic past behind in the States and started over in Scotland, burying her grief, ignoring her demons, and forging ahead without attachments. Her solitary life is working well – until she moves into a new apartment on Dublin Street, wher. Jocelyn Butler has been hiding from her past for years. Içimde bir şey yırttı ne demek – Içimde bir şey yırttı ne demek Kullandığınız lafin ne demek olduğunu biliyorsunuz. Bir şey – ekşi sözlük. Hocam ben 25 yaşındayım geçen seneden beri içimde engel olamadığım düşünce mi his mi duygu mu ses mi anlam veremediğim bir şey var. Bana hükmediyor; mesela hocam kitap okumak ya da bir şeye başlamak istiyorum ama o içimdeki şey bana hayır sen karar veremedin, bir yere git düşün karar ver diyor. Uyurken ne hoş da, uyuyamazken geçmeyen gecenin verdiği sıkıntı gibi bir şey içimdeki… Çok acıkmışken üşenip de dolaptaki yemeği ısıtmamak gibi halsiz bırakan bir şey. Sanki daha önceden kanatlarım varmış da, çok fena toslamışım gibi duvarın birine, uyuşsam, uyusam, uyansam. "IÇIMDE BIR ŞEYLERI UYANDIRMAMIŞTIR" ifadesini turkce dilinden çevirmeniz ve bir cümlede doğru kullanmanız mı gerekiyor? Burada "IÇIMDE BIR ŞEYLERI UYANDIRMAMIŞTIR" – turkce-ingilizce çevirileri ve turkce çevirileri için arama motoru içeren birçok çevrilmiş örnek cümle var. Içimde bir şey yırttı ne demek “Sihir karanlık ve gizem ister,” dedi Nietzsche. “Belki de onun gizemi, on dört yıllık bir evlilikle beraber solup gitmiş olabilir. Onu çok mu iyi tanıyorsunuz? Belki de güzel bir kadınla olan ilişkideki gerçeğe dayanamıyorsunuz.”. Yırtmak – Nedir Ne Demek. "içimde acır bir şey bu göğsüme ne kattın" not. not. Metni dikkatle dinleyelim. Dinleme sırasında anlamını bilmediğimiz bir sözcük ya da sözcük grupları duyduğumuzda aşağıdaki çizelgeye bunları not edelim. Metni dinledikten sonra sözcüğün anlamını tahmin edip kendi ifadelerimizle yazalım; ardından sözlükten anlamlarına bakıp not edelim. İçimde bir – Translation into English – examples Turkish. Bir şey acır içimde, bu şiire ne kattın? Yine de ideolojisi ne olursa olsun, içindeki çatlak dibe doğru indikçe sesi yukarılara çıkan şairin şiiri iyi şiirdir tabii. Bir yere kadar. bir yiyip bin şükretmek. bir yol tutturmak. bir yolunu bulmak. GOOGLE NEWS'TE TAKİP EDİN TELEGRAM KANALIMIZA ABONE OLUN. Bir şey yapmak ne demek Bir şey yapmak kelime anlamı Bir şey yapmak sözlük anlamı Bir şey yapmak örnek cümleler Bir şey yapmak atasözü ve deyimler Bir şey yapmak TDK'ya göre anlamı Bir şey. “Josef, neden o anda Bertha’yı aramak zorundaydınız? Onu korumak için mi? Yoksa onun sizi koruması için mi?”. Monnanna "içimde acır bir şey bu göğsüme ne. Yalnız derin söz ha neyse şey bak Bir tabut düşün diyor içinde ben diyor ve içimde sen diyor. Yani kendimi gömdüm ama içimde seninle gömdüm yani… – Aşk İlişkileri Sorusu. Ben bir ölüyüm demek ki. İskeletini bir aynadan gören bir ölü…. değişecek iç çamaşırı olmadığı için gömleğini yırttı ve bir tür tampon yaparak bacaklarının arasına yerleştirdi. Sol eliyle beyaz elbisesini avuçlarken, Jeanne'ın sağ eli de gecenin karanlığında havaya kutsal birtakım işaretler çiziyor. Lou Salome, diye düşündü Breuer. Bunun Lou Salome olduğuna kuşku yok! Sonunda ondan söz etti! Dikkatleri kendi üzerinden uzaklaştırmaya istekli olmasa da bu noktayı üstelemekten kendini alamadı. İçimde garip, kötü bir şey olacak gibi bir his var. Ne. Ukde Düğüm, yumru, içe dert olan şey; "İçimde ukde kaldı" Uhde Görev, sorumluluk." Ukte nin kelime anlamı nedir? Sözlük anlamı, içe dert olan şeydir. Bir konunun kapalı. Yedinci Mühür İsveççe Det sjunde inseglet, Ingmar Bergman'ın yönettiği 1957 yapımı İsveç filmi. 1957 Cannes Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü kazanmıştır. Orta Çağ'da savaştan bıkmış bir Şövalye, yanında bayraktarı ile Haçlı Seferleri'nden evine döner. “O halde Josef, kimseyle yarışa girmeden yarışmayı kazanmış oluyorsunuz!”. Semantin — " İçimde bir şey acır, bu göğsüme ne kattın. Türkçe – Korece çeviri yeni? Türkçe. İçimde. Bu şu demek 'kahretsin ki bir şey yok!' ayrımına varınca bunun ağrımazmı kalbim neden olmuyo istediklerim! halbuki ne olmalıydı? bir şey! şımarık gibi bağırmak içimden gelen kimse bilmiyor o şeyin ne olduğunu. bildiğimiz, o şeyin henüz olmadığı. Buna bedel içimde mumlar, mumlar, mumlar yanan bir karanlık var. Rüyada Bir Şey İçmek Ne Demek? İslami Rüya Tabirleri. Muntazam Ne Demek? Muntazam, Sıfat. 1- Düzgün, düzenli, nizamlı ve intizamlı. 2- Derlenip toparlanılmış olan derli toplu. 9,579 Likes, 115 Comments – TRT 2 trt2 on Instagram ""bir şey acır içimde bu göğsüme ne kattın" Röntgen filmlerini sprey boyayla duvarlara işleyen…". Sayfa 79 diyorum bambaşka bir şey çıkıyor. Emzirmeyi tercih edebilir miyiz emzirmesek olmazmı linç. Translations in context of "içimde bir şey" in Turkish-English from Reverso Context Sanırım içimde bir şey onu gerçekten iyileştirdi. Bir şey acır içimde bu göğsüme ne kattın.. nevi şahsına münhasır "Kimse götürmeyecek beni kırlangıçların şölenine. “…kemer sıkma önlemlerinin ve yakıt üzerindeki daha yüksek vergilere verilen destek üzerindeki eşitsizliğin olumsuz etkisini tanımak bir şeydir. Kapitalist ekonominin yeniden üretiminde tüketiciler olarak işçilerin ne ölçüde gizli anlaşma yaptığını görmezden gelmek başka bir şey – solun çoğunun şimdiye kadar aşırı derecede kaçındığı bir konu. ”. Bir şey acır içimde, bu şiire ne kattın?. Güvenmiyormusun eş kaybettin güvenini? o kadar çok değişti ki. bambaşka bir insan oldu. alkol almayan adam ben seviyorum içmeyi demeye başladı. pısırıktı ve kompleksliydi. sen benimle nasıl evlendin ben çok çirkinim diyen adam şimdi havalarda beni Hic bir soruyu yapilmamis ve bazilari tek yapilmis. Nietzsche Ağladığında "Siz arzuyu seviyorsunuz, arzu. Yirtmak ne demek? yirtmak nedir? yirtmak sözlük anlamı ve yirtmak hakkında bilgi kaynağı. Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca ve birçok dilde anlamı. yirtmak TDK sözlük. Içimde bir deli var sizce ne demek, içimde bir deli var size neyi çağrıştırıyor? içimde bir deli var terimi Şirine Şirine tarafından tarihinde eklendi Annabel Lida – 0143. Kitabin cevaplarini vermemissiniz sizi bir daha tercih etmicem. Heybemde sana benzeyecek kadar güzel bir şey yok ne demek. "IÇIMDE BIR CANAVAR" ifadesini turkce dilinden çevirmeniz ve bir cümlede doğru kullanmanız mı gerekiyor? Burada "IÇIMDE BIR CANAVAR" – turkce-ingilizce çevirileri ve turkce çevirileri için arama motoru içeren birçok çevrilmiş örnek cümle var. Rüstem ve yazar nerede tanışmış olabilirler?. “bir şey acır içimde bu göğsüme ne kattin?” – 1000Kitap. İçimde bir şey var Konuşmak istedikçe göğsüme baskı yapan… Bir şey işte geldi kondu hiç yoktan Anladım, sesime karşılık yok ya kalbim ağırlaştı sağırlığından… 02/09/2013-0033 İlknur Köknar Kayıt Tarihi 014800. “Bertha’yı kendi ellerinizle yarattığınız bir şey yerine koyuyorsunuz.”. Tüm sinema tarihinin en müthiş sahnelerinden biridir. Paris'te Güney İstasyonunda Rick Marsilya'ya gidecek trene binmek üzeredir. Sevgilisi Ilsa gecikmiştir. Tren birkaç dakika sonra kalkacaktır. Rick'in arkadaşı, piyanist Sam kareye girer. Şakır şakır yağmur yağmaktadır. "Ilsa'yı gördün mü?" diye sorar Rick. Sam "Otelden ayrılmış ve bu notu bırakmış" der. Şiddetli yağmur altında mürekkebi akan satırlarda şu yazılıdır "Richard seninle gelemeyeceğim ve seni bir daha göremeyeceğim. Bana neden diye sorma. Yalnızca seni sevdiğime inan. İşte böyle sevgilim, tanrı seni korusun. Ilsa." Casablanca filminden söz ediyorum. Yüzlerce filmde, dizide tekrarlanmıştır bu sahne. Aşıklardan biri, sözleştikleri saatte sözleştikleri yere gelmez. Neden mi? Senaryolarda çok neden bulunur. Ama böyle bir şey gerçekte olabilir mi? Birbirini deli gibi seven iki kişiden biri son anda gelmemezlik eder mi? Hayat mı sanatı, sanat mı hayatı taklit ediyor? Benim için ve tabii onun için de, her şey Edinburgh Tren İstasyonu'nda başlamıştı. Aslında belki de daha önce... Edinburgh Film Festivali'nde önce "Hiroshima Mon Amour"u sonra da "Casablanca" yı izlemiştim siyah beyaz filmler seçkisinde. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Kendimi Jekyll and Hyde Pub'a atmıştım. Biramı yudumlayıp camdan dışarısını izliyordum. İlk o zaman gördüm onu. Omuzlarına dökülmüş kızıl saçları, kısacık eteği ve yağmurda bile belli olan çilleriyle, Edinburgh'ta sık rastlayacağınız Kelt ırkından biriydi belki de. Ama hayır, çok farklıydı. Yağmura kendini bırakmış küçük dans figürleri yapıyordu. Kendi etrafında küçük bir dönüş, sonra kollarını sağa doğru savurup başını öte tarafa eğerek süzülüyordu Hanover Caddesinde... Günler sonra tren istasyonunda bir kez daha gördüm, camın öte tarafında. Taşımakta zorlandığı bavuluyla benim vagonuma doğru yürüyordu. O gün yağmur altında gördüğüm kız mıydı? Evet oydu. Rastlantılar zincirine bir halka daha eklenmişti ve devam edecekti. Trenlerde gittiği yönün tersine oturamam, midem bulanır. Ona bakmak için yerimi değiştirdim. O, oturur oturmaz bir kitap açtı, elinde bir kurşun kalem, okuyor, çiziyor, yazıyor. Bense, öküzler affetsin, tam bir öküz gibi ona bakıyorum. Gözlerimi ayırmadan. Allah'tan beni farketmiyor. Etse, resmen taciz yaptığım, efsunlandım sanki, alamıyorum gözlerimi. Tren Dover'a kadardı. Ordan Manş Denizi'ni geçecek feribota binip Calais'ye gidecektik. Oradan da Paris. Ben İspanya'ya gidiyordum. O kim bilir nereye? Feribota binerken bavulları teslim ediyorsun. Calais de alıyorsun. Hoş bir tren yolculuğu yapmıştım, hayaller kurmuştum kızıl saçların dalgaları arasında, ama gözlerimi zapturapta almanın zamanıydı. Kadınları taciz eden biri olmadım hiç, ne sözle, ne gözle. Feribotun en üst güvertesine çıktım. Hava soğuk kimse yok. Feribotun sancak tarafında uzaktaki Atlas Okyanusu'na bakıyorum. Sisli puslu bir hava, o kadar uzağı göremesem de orada olduğunu biliyorum okyanusun. Calais'ye yaklaşırken fark ettim, o da iskele tarafında ufka yatırmış gözlerini, Kuzey Denizi'ne doğru hayallere dalmış. Kader serpme ağını üstümüze atıp atıp duruyordu. Bir aşamada ikimizi birden yakalayacaktı, artık belli olmuştu. Calais'de herkes bavulunu alıp trene doğru ilerlerken benim sırt çantam bavul teslim edilen yerde yoktu. Kayıp bavul yazan yere seğirttim. Koca feribotta bir kişinin daha bavulu kaybolmuştu. Kader tutturmuştu bu sefer. Kader ağının içinde çırpınan iki balıktık artık. Öncemiz, sonramız silinmeye başlamıştı. Anı yaşayacaktık. Bizim binmemiz gereken tren kaçtı. Eşyalarımız bulunduğunda diğer treni beklemek için bir cafeye oturduk birlikte. Topraktan dışarı büyüyen filizler gibi içimizden dışarıya dökülmeye başladı hikâyeler. Karşı konulamaz bir çekim başlamıştı aramızda. İsrail'den Edinburgh'a doktora yapmaya gelmiş bir dahiydi. İlk fakülteyi on altı yaşında, ikincisini on sekizinde, üçüncüsünü yirmi ikisinde bitirmiş. "18-22 arası biraz isyankardım, erkek arkadaşım tıp okuyordu. Onunla derslere girerdim. Kendi okulumu bırakıp doktor olmaya karar vermiştim ki ayrıldım ondan. Tekrar sıkıcı fakülteme geri döndüm". "Ne okuyordun o sıralarda?" diye sordum. "O sıralarda teoloji, öncesinde felsefe ve teorik fizik okudum. Dünyanın, evrenin varoluşuna kafayı takmış durumdayım. Karşılaştırmalı dinler tarihinde, yaradılışa dair bilinen, tanrı dünyayı altı günde yarattı kalıbının dışında bir şeyler arıyorum, kadim dillerde yazılmış eski metinlerde." "Ben mi? Ben serseriyim. Biraz da coğrafyacı ve maceracı. Elimden iş gelir, orada iki tamir, buradaki meydanda müzik, diğerinde resim, jonglörlük, tayfalık, bulaşıkçılık, fotoğrafçılık, kameramanlık aklına ne gelirse. Siyah beyaz bir hayat yaşayıp, siyah beyaz bir roman yazmak istiyorum. Renkler dünyayı kirletiyor. Siyah beyaz dünya, ilkokul çocuklarının formaları gibi. Herkesin eşit olduğu bir dünyayı hatırlatıyor." Sonra "Neden Edinburgh?" diye sordum. "Edinburgh'lu fizikçi James Clerk Maxwell'in izini sürüyorum. Bütün yazdıklarını okuyorum. İlk bilimsel makalesini 14 yaşında yazmış. Müthiş biri. Elektromanyetik dalgalar, Işığın Kırılımı ve Zaman. Doktora tezimin adı bu. Dalgalar, kırılmalar ve yansımalar üzerinden zamanı geriye doğru takip ediyorum. Uzaya yeni bir teleskop gönderdiler. Adı Hubble. Onla çalışabilsem, yıldızlardan gelen ışıkları izleyebilsem evrenin oluşumunu çözeceğim. Matematiksel olarak formüle edebiliyorum bir şeyleri, ama kanıtlamam için veri lazım." Sanki bir çocuğa masal anlatır gibi anlatıyordu. Dünyanın, evrenin varoluşunu anlamasına bir tık kalmış, 22 yaşında bir kızla oturmuş, beyaz şarap içiyordum Manş'ın Fransa Kıyısında. "Peki senin için neden Edinburgh?" dedi. "Kırmızı renkli bir demiryolu köprüsü var , Forth Halici'nin üzerinde, Forth Köprüsü, Edinburgh'u kuzeye bağlıyor. Birkaç deli arkadaşım var. Köprüye tırmandılar, ben de onları filme aldım, fotoğrafladım. Birlikte tırmandık yani. Siyah beyaz bir film yapıyorlar, tek renk köprünün kırmızısı olacak." "Nasıl bir film?" "Aşk filmi, bütün filmler aşka dair değil midir zaten?" Gözlerini kocaman açarak bana baktı. Burnunun üstündeki çiller oynadı, kızıl saçları rüzgarla savruldu. "Sen nereye gidiyorsun?", "İspanya'ya, sen?" , "Ben de." Kader, rastlantılar, gerçek olamayacak kadar acayip iki karakter. Paris'e giden trende yan yanaydılar. El ele tutuşmuşlardı. İlk konuşmaya başlamalarının üzerinden ancak üç saat geçmişti. Eşyalarını Güney İstasyonunda emanete bıraktılar. Pont Neuf'e doğru yürüdüler, Seine kıyısı boyunca. Öpüştüler kuytuda. Şarap içtiler, aşık oldular birbirlerine. Gece istasyonda kız erkeğin omuzunda uyudu bir duvar dibinde. İleride, Rick'in Ilsa'nın gelmesini beklediği peron uzanıyordu. "Ben Madrid'e gidiyorum dedi kız. Teorik fizik kongresine, orada Amerika'dan gelecekler var, belki yeni uzaya fırlatılan Hubble teleskobuyla çalışabilirim, onları ikna edersem." "Ben Pamplona'ya San Fermin Festivali'ne gidiyorum. Sen Maxwell'in, ben Hemingway'in izindeyiz. Seni bir hafta sonra ,15 Temmuz'da, saat tam öğlen on ikide, Prado müzesinde, Hieronymus Bosch'un 'Dünyevi Zevkler Bahçesi' resminin önünde bulurum. O gün yoksam, ertesi gün mutlaka orada olurum. O gün de gelmemişsem ölmüşüm demektir." Romantik bir aşk hikâyesine dönüşmüştü kaderin fırlattığı serpme ağ, ama kader durmaz ki, ağlarını örmeye devam eder. Perpignan'da, sınırda tren değiştireceklerdi. "Ben sana adını sormadım" dedim. O kadar çok şey konuşmuştuk ki. Aklıma gelmemişti. Kitabından bir sayfa yırttı. Schrödinger'in 'Space-Time Structure' isimli kitabıydı. Trende altını çizdiği, notlar aldığı kitaptı. Sayfanın üzerine adını yazdı büyük harflerle SARAH K. "Ben de senin adını sormamıştım" dedi. Pusulamı çıkardım çantamdan, avucunun içine bıraktım. Arkasına ismimin baş harfleri kazınmıştı, TK. Seni bekleyeceğim dedi. Son görüşmemiz o oldu. Pamplona'da festivalin son günü boğalarla birlikte koşarken yaralandım. Beni ameliyata aldıkları sırada Sarah K., çalışmasını sunuyordu teorik fizik kongresinde. Beni yoğun bakımda kaç gün uyuttular, Sarah 'Dünyevi Zevkler Bahçesi'nin önünde kaç gün bekledi bilmiyorum. Sarah K'yı çok aradım. Ne Prado da, ne Edinburgh'ta izine rastladım. Yok olmuştu sanki. Teorik Fizik dergilerine abone oldum bir makalesine rastlarım diye. Fizik Nobeli adayları arasında Sarah ismini arıyorum her sene yeni bir umutla. Ben mi; hâlâ serseriyim, gördüğüm her kızıl saçta, her çilli burunda, heyecanlanmaya devam ediyorum. Kendimi dünya vatandaşı ilan ettim. Siyah-beyaz romanı defalarca yeniden yazdım, ama eksik kalan bir şey oluyor her seferinde. Ya kırmızı bir demiryolu köprüsü, ya kızıl saçlı bir Sarah... Ara ara Dover'den Calais'ye giden feribota binip en üst güverteye çıkıyorum. Ufuktaki okyanusa doğru bakıyorum, bazen de Kuzey Denizi'ne, ama gözümün önünde tek bir görüntü var. Prado müzesinde, elinde benim pusulam, hiçbir zaman gelmeyecek beni bekleyen Sarah K. “Size söylemedim mi? Annem ben üç yaşındayken ölmüş. Daha yirmi sekiz yaşındayken, küçük kardeşimi doğururken hayatını kaybetmiş. Güzel bir kadın olduğunu söylerler, ama onu hiç hatırlamıyorum, hiç.” “Ya karınız? Mathilde’de bu sihirli gülümseyiş var mıydı?” “Hayır. Bundan eminim. Mathilde güzel bir kadındır, ama gülümsemesinin hiçbir gücü yok benim üzerimde. Bu gülümsemenin on yaşındaki Mary’de olup da Mathilde’de olmadığını düşünmek çok aptalca bir şey. Ama ben böyle hissediyorum işte. Bizim evliliğimizde onun karşısında güçlü olan benim, benim korumam altında olmak isteyen o. Hayır, Mathilde’nin böyle bir sihri yok, nedenini bilmiyorum.” “Sihir karanlık ve gizem ister,” dedi Nietzsche. “Belki de onun gizemi, on dört yıllık bir evlilikle beraber solup gitmiş olabilir. Onu çok mu iyi tanıyorsunuz? Belki de güzel bir kadınla olan ilişkideki gerçeğe dayanamıyorsunuz.” “Güzellikten başka bir sözcüğün gerektiğini düşünmeye başladım. Mathilde güzellikle ilgili her unsuru taşıyor. Onda güzelliğin estetiği var, ama gücü yok. Belki de haklısınız, sürekli onunla birlikteyim. Sık sık derinin altındaki eti ve kanı görüyorum. Bir başka faktör de hiçbir rekabetin olmayışı; Mathilde’nin yaşamında hiç başka erkek olmadı. Bu önceden planlanmış bir evlilikti.” “Rekabet istemeniz beni şaşırttı Josef. Birkaç gün önce, bundan korktuğunuzu söylemiştiniz.” “Rekabeti hem istiyorum, hem istemiyorum. Hamlarsanız bana mantıklı olmak zorunda olmadığımı söylemiştiniz. Yalnızca aklıma gelenleri söylüyorum. Biraz beklerseniz düşüncelerimi toplayabileceğim Evet, güzel bir kadında bu gücün olması için başka erkekler tarafından arzu edilmesi gerekiyor. Ama böyle bir kadın fazla tehlikeli, beni yakar bitirir. Belki de Bertha tam ideal bir bileşim, çünkü henüz tam anlamıyla oluşmamış! O, tamamlanmamış, embriyo halinde bir güzellik.” “Yani,” diye sordu Nietzsche, “onu elde etmek isteyen başka erkekler yok diye mi güvenli?” “Tam olarak öyle değil. O daha güvenli, çünkü onun içinde bir yerim var. Onu her erkek ister, ama bu rakiplerimle kolayca baş edebilirim. Bertha tamamen bana bağımlı, daha doğrusu bağımlıydı. Yemeğini ben yedirmezsem haftalarca yemek yemeyi bile reddediyordu. “Doğal olarak, onun doktoru olduğum için hastamın bu tepkisine üzülüyordum. Vah, vah, ne yazık! diyordum. Mesleki açıdan ailesine nasıl kaygılandığımı anlatıyor, ama bir erkek olarak gizliden gizliye; bunu sizden başka kimseye anlatamazdım, zaferimin keyfini çıkarıyordum. Bir gün bana beni düşlediğini anlattığında içim coşkuyla dolmuştu. Onun en gizli dünyasına girmek, başka hiçbir erkeğin kapısına yanaşamadığı yere girebilmek benim için büyük bir zaferdi! Düşlerdeki imgeler asla ölemeyeceğine göre orası benim sonsuza dek yaşayabileceğim bir yer olmuştu!” “O halde Josef, kimseyle yarışa girmeden yarışmayı kazanmış oluyorsunuz!” “Evet, bu da Bertha’nın benim için taşıdığı başka bir anlam; güvenli rekabet, kesin zafer. Ama güvenlik taşımayan güzel bir kadın, o başka bir mesele.” Breuer sustu. “Anlatmaya devam edin Josef. Şimdi aklınıza neler geliyor?” “Güvenlik duygusu vermeyen bir kadını düşünüyordum, birkaç hafta önce muayenehaneme gelen, Bertha’nın yaşlarında, tam anlamıyla oluşmuş bir güzelliği olan bir kadını, pek çok erkeğin önünde diz çökeceği türden bir kadını. Beni büyüledi, ama aynı zamanda korkuttu da! Onu bekletemeyecek kadar güçsüz kaldım karşısında ve sırası gelmediği halde diğer hastalarımdan önce onu içeri almak zorunda hissettim kendimi. Tıp açısından uygun olmayan bir ricada bulundu benden, onun isteklerine karşı direnmek bana müthiş zor anlar yaşattı.” “Ah, bu çıkmazı bilirim,” dedi Nietzsche. “En çok arzu edilen kadın en çok korkulan kadındır. Tabii bunun nedeni onun ne olduğu değil, bizim onu nasıl gördüğümüzdür. Çok acı!” “Acı mı dediniz Friedrich?” “Asla tanınamayan bu kadın için acı, erkek için de acı. Bu acıyı bilirim.” “Sizin de bir Bertha’nız mı olmuştu?” “Hayır, az önce anlattığınız hastanız gibi birini tanımıştım, o geri çevrilemeyecek kadın gibi birini.” Lou Salome, diye düşündü Breuer. Bunun Lou Salome olduğuna kuşku yok! Sonunda ondan söz etti! Dikkatleri kendi üzerinden uzaklaştırmaya istekli olmasa da bu noktayı üstelemekten kendini alamadı. “Eee, Friedrich o geri çevrilemeyen kadına ne oldu?” Nietzsche tereddüt etti, sonra da cebinden saatini çıkardı. “Bugün verimli bir konuşma yaptık; kim bilir, belki de bu konuşma her ikimiz için de verimli olmuştur. Ama zamanımız bitiyor ve sizin daha söylemek istediğiniz pek çok şey var. Lütfen Bertha’nın sizin için taşıdığı anlamı anlatmaya devam edin.” Breuer o anda, Nietzsche’nin ona açılma şansının her zamankinden yüksek olduğunu biliyordu. Belki de hassas bir sorgulamayla istediği her şeyi alabileceği bir aşamadaydı. Ancak Nietzsche’nin, “Durmayın Şu anda düşünceleriniz akmakta,” sözleriyle yaptığı hatırlatmadan sonra aynı hevesle anlatmaya devam etmekten başka bir şey yapamadı. “Gizli bir yaşamın, ikili yaşamın karmaşıklığı beni mahvediyor. Yine de artan bir hızla bunu yaşıyorum. Yüzeysel burjuva yaşamı beni öldürüyor; her şey çok açık, insan sonunun ne olacağını, atacağı bütün adımları rahatça görebiliyor. Bu çılgınca, biliyorum, ama ikili yaşam, ek bir yaşam gibi. İnsana adeta uzatılmış bir yaşam sunuyor.” Nietzsche başıyla onayladı. “Zamanın yüzeysel yaşam olanaklarını bir lokmada yutabileceğini, ama gizli yaşamın tükenmez olduğunu mu düşünüyorsunuz?” “Evet, söylediklerim tam olarak bunlar değildi, ama kastettiğim buydu. Bir başka şey de, belki de en önemli şey, Bertha ile birlikteyken ya da şu anda olduğu gibi onu düşünürken hissettiğim o anlatılamaz duygu. Eksiksiz mutluluk! En yakın sözcük bu!” “Josef, ben hep şuna inanmışımdır Bizler arzu edilenden çok arzu etmeye âşığızdır!” “Arzu edilenden çok arzu etmeye âşığızdır!” Breuer bu cümleyi tekrarladı. “Lütfen bana bir kâğıt kalem verin. Bu cümleyi unutmak istemem.” Nietzsche defterinin arkasından bir yaprak yırttı ve Breuer yazdığı satırı bitirip, kâğıdı katlayarak ceketinin cebine yerleştirene kadar hiç sesini çıkarmadı. “Bir şey daha,” diye devam etti Breuer, “Bertha yalnızlığımı azaltıyor. Kendimi bildim bileli içimdeki boşluklardan korktuğumu hatırlıyorum. Bu yalnızlığım insanların var ya da yok olmasıyla ilgili bir şey değil. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz?” “Ah, bunu benden iyi kim anlayabilir? Zaman zaman, var olan en yalnız adam olduğumu düşünüyorum. Dediğiniz gibi bunun, insanların varlığı ya da yokluğuyla ilgisi yok, üstelik yalnızlığımı elimden aldıkları halde gerçekten benimle olmayanlardan da nefret ederim.” “Ne demek istiyorsunuz Friedrich? Sizinle nasıl olmazlar?” “Benim için aziz olan şeylere değer vermeyerek! Bazen yaşamın o kadar içini görebiliyorum ki birden doğrulup çevreme baktığımda kimsenin yanımda olmadığını, bana eşlik eden tek şeyin zaman olduğunu görüyorum.” “Benim yalnızlığımın sizinkiyle aynı olduğundan emin değilim. Belki de ben hiçbir zaman sizin indiğiniz derinliklere inmeye cesaret edemedim.” “Belki de,” dedi Nietzsche, “Bertha sizi daha derinlere inmekten alıkoyuyor.” “Daha fazla inmek istediğimi sanmıyorum. Üstelik, yalnızlığımı aldığı için Berthaya minnet duyuyorum. Benim için bir anlamı da bu. Son iki yıl içinde hiç yalnız kalmadım; Bertha, evinde ya da hastanede her zaman benim ona gelmemi beklerdi. Şimdi ise içimde ve hâlâ bekliyor.” “Bertha’yı kendi ellerinizle yarattığınız bir şey yerine koyuyorsunuz.” “Ne demek istiyorsunuz?” “Size yine her zamanki kadar, her insanın mahkûm olduğu kadar yalnızsınız demek istiyorum. Kendi ikonunuzu yapıyor, onun eşliğiyle içinizi ısıtıyorsunuz. Belki siz, sandığınızdan da fazla dine bağlısınız!” “Ama,” diye karşılık verdi Breuer, “o, bir bakıma her zaman orada. Ya da bir buçuk yıl kadar oradaydı. Kötü de olsa yaşamımın en canlı zamanı oldu. Onu her gün görüyordum, her zaman düşünüyordum, her gece rüyalarımdaydı.” “Onun orada olmadığı bir zamandan söz etmiştiniz bana Josef, sürekli gördüğünüz o düşünüzde. Nasıldı… onu arıyorsunuz ve?..” “Korkutucu bir şeyler olduktan sonra başlıyor. Ayaklarımı bastığım yer kayıyor ve ben Bertha’yı arıyorum, bulamıyorum… “ “Evet, bu rüyada çok önemli bir ipucu olduğuna eminim. Meydana gelen o korkutucu olay neydi, bastığınız yerin açılması mı?” Breuer evet anlamında başını salladı. “Josef, neden o anda Bertha’yı aramak zorundaydınız? Onu korumak için mi? Yoksa onun sizi koruması için mi?” Uzun bir sessizlik oldu. Breuer, kendisini toplamak için başını iki kez geriye savurdu. “Devam edemeyeceğim. Bu çok tuhaf, ama artık aklım durdu. Kendimi hiç bu kadar yorgun hissetmemiştim. Daha öğlen bile olmadı, ama günlerdir durmadan çalışmış gibi hissediyorum kendimi.” “Ben de öyle. Bugün zor bir gün oldu.” “Ama bence iyi iş çıkardık. Şimdi gitmem gerek. Yarın görüşürüz Friedrich.” Irvin D. Yalom Kaynak Nietzsche Ağladığında Gezmeyi özledim. Alternatif bekar bir anne olarak, boşandıktan sonra kendimi kurslara atarak paramı fazlasıyla ve önceden harcamış biri olarak, şu anda gezme özgürlüğümü olabildiğince kısıtlamış durumdayım. Gezi bölümüne bir yazı yazmayı düşündüğümde, önce neyi yazabilirim diye sorguladım, sanki yıllardır hiç gezmiyormuşum gibi geldi. Sonra biraz düşününce…Birden Ayvalık Cunda adasındaki Aynalı Kahve’deki yorgun yüzleri gördüm, aynadan yansıyan yüzlerde birikmiş duyguları, daha önce oraya girmiş olan turistlerin geçiciliğini, orada yaşayanların kalıcılığını ve orada yaşayan kadınların hiç oraya girmediklerinden olmayan yüzlerini… Assos’taki kahveden aşağıya bakıldığında uçsuz bucaksız manzarayı, İstanbul’da artık bulunmayan boşluğu…Sinop’a yaptığımız gezide, gecelerin canlılığını, herkesin sokaklarda oluşunu, savaşın ruhunun hala orada gezindiğini…Üniversitedeyken gittiğimiz İzmir’de bir yerlerden okuduğum kumrunun nasıl bir şey olduğunu görene kadar ne kadar dolaştığımızı, alt tarafı susamlı bir ekmek arasındaki peynir ve domatesin ne kadar ünlenebildiğine şaşırdığımı hatırladım. Sonra birden kafamda gezi=yolculuk sözcükleri belirdi… hmmm, yolculuk, yani yolda olmak, yolcu olmak…Ve birden fark ettim ki, aslında her gün ayrı bir yolculuk -her gün Büyükdere-Güneşli arasındaki yolda toplu taşıma araçlarında karşılaştığım insanların Assos’ta sokakta kekik satan adamdan ne farkı var benim için?-uyurgezerlerin yaptığı yolculuklar gibi gezmeler ister miyim? Ya da hayatı bir uyurgezer gibi hiç farkındalığım olmadan geçirmek ister miyim? -astral yolculuk yapmak nasıl bir şeydir, acaba hiç başıma gelmiş midir, yoksa aslında uykumda hep rüya gördüğümü mü düşünüyorum?-koyduğum hedeflere giderken yürüdüğüm yol bana neleri öğretiyor?-içsel yolculuk aslında en büyük macera değil mi?-hayat yolumu tam buldum mu? Bu yolda çevre temizliğine ne kadar önem veriyorum, ne kadar dikkat ediyorum?İnsanlar neden gezilere giderler? Neden yolculuklara çıkarlar? Biraz oldukları ortamdan uzaklaşmak, biraz kafa dağıtmak, biraz dinlenmek, biraz öğrenmek, biraz görmek, biraz değişiklik, biraz farkındalık… hepsinin ayrı tadı var, ayrı ayrı ya da hepsi bir arada nasıl güzel bir baharattır bu, hayatımıza kattığımız… Oktay Ekşi’den okuduğum çok eski bir yazıda, nereye gidersen git, kafanı da beraberinde götürdüğünde aslında o bir gezi değildir, gibi bir cümle vardı, onu okuduğumda bana soğuk duş etkisi yapmıştı. Gittiğimiz yerlerde de aynı kalıyorsak ve hiçbir şey görmüyorsak, fark etmiyorsak, o zaman gitmenin, gezmenin ne anlamı var? Bunu zamana uyarlayarak olabildiğince cep telefonumu yanıma almadan tatil yapmaya çalışıyorum. Bu yüzden de tatile çıkanların deniz kenarında çalan cep telefonlarına büyük bir istekle cevap vermeye çalışmalarını üzülerek seyrediyorum, ben önemliyim, bensiz işler yürümez diye bağıran egonun sesi her zaman esen yelin, sahile vuran dalganın sesini bastırıyor. Çok gezenlere hep imrenmişimdir, iş yerinde monitörümün alt kısmında genelde gitmek istediğim yerlerin bir listesi vardır, bazılarına gitmeyi başardım, ama hala gitmek istediğim Eskişehir ve Kastamonu gezileri sırada bekliyor. Sinop gezisini yaptıktan sonra her yıl en az 3 günlüğüne bir şehre kızımla birlikte gitmeye karar vermiştim. Sadece yataklı trenle Ankara gezisini gerçekleştirebildik henüz, ama can çıkmayınca umut bitmezmiş. Hala zamanım var. JBu arada üniversiteden sonra bir türlü yapamadığım Interrail gezisi içimde ukte olarak duruyor, ama sonraları 55 yaş üstü insanların da bu geziyi gerçekleştirme haklarının olduğunu öğrendim. Hala zamanım var. J Bir de aslında dini açıdan değil, ama enerjisi yüzünden yapmak istediğim Ümre gezisi var. Enerji işlerine girdiğimden beri Mekke, Medine civarına giden insanların oranın enerjisinde çok değişik şeyler hissettiklerini ve bir neden yokken ağlamaya başladıklarını duyuyorum ve merak ediyorum. Bu arada 40 yaş altı kadınların ümre ve haca tek başına gitmeye izinleri olmadığını duydum. Ömrüm bir çok yeri görmeme izin vermeyecektir diye düşünüyorum. Bir aborjin köyü görmek çok muhteşem olabilir örneğin ya da bir Kızılderili köyünde birkaç gece kalmak… bazı kişiler vardır, belgeselleri ve başkalarının gezdiği yerleri televizyondan seyretmeyi severler, nedense içimdeki protestocu Banu ortaya çıkıp, öyle zamanlarda televizyonun kanalını değiştirmeyi seviyor. Hatta gezi programları yapan ve sunan kişilere bu konuya özel , sinirlenen bir tarafım var. Sanırım onların yerinde olamadığım için yoksaymayı seçiyorum. Hem para kazan, hem gez, hem tadını çıkar, sonra da aman çok yorucu diye hayıflan… içine girince illa ki, yorucu ve sinir bozucu tarafları vardır, ama bu taraftan bakınca hiç de öyle düşünemiyorum, kusura bakmasınlar…

içimde bir şey yırttı ne demek