OsmanNuri TOPBAŞ Hocaefendinin Eserleri. Tarih, edebiyat, dînî ilimler ve şiire ilgisi sebebiyle 1990’lı yıllardan itibaren yazı hayatına başladı. Yayınlanan eserlerinden bazıları şunlardır: 1- Bir Testi Su, İstanbul 1996. 2- Rahmet Esintileri, İstanbul 1997. 3- Nebiler Silsilesi I-
AllahYolunda İnfak. İnfak nedir? Peki, günümüz Müslümanları olarak bu ibadeti ne derecede yerine getiriyoruz? İnfak ederken nelere dikkat etmeliyiz?
Allahonu tanınıp bilinsin diye sudan bu zırhı ile çıkardı” demiştir (Razi, Mefatuhu’l-Ğayb, c.12, s. 464). Meselenin Kur’an metni ve tefsiri açısından durumu bundan ibrettir. Müzedeki cesedin ise bir köylüye ait olduğunu, dünyanın değişik müzelerinde böyle bir çok mumya ceset olduğunu (Ki mumya çok eski bir mezar
9 Vakıf-İnfak-Hizmet, İstanbul 2002 10- Son Nefes, İstanbul 2003 Kitapları birçok dile çevrilen Osman Nuri Topbaş, bu dillerin konuşulduğu ülkelerden gelen seminer, konferans ve panel tekliflerini kabul ederek, fikirlerini paylaşmakta ve bunu
Allahbuyurdu ki: -Birbirinize düşman olarak inin! Yeryüzünde belirli bir süreye kadar yerleşip, geçinmek size takdir edildi. Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan çıkarılacaksınız.” (Araf, 23-25) Yalvarılacak, yakarılacak, af dilenecek tek merci kişiye şah damarından dahi yakın olan Yüce Yaratıcı Allah Zülcelal’di.
Kuran-ı Kerîm’in bilgi, irşad ve tâlimatla ilgili bütün muhtevası “bilinmesi ve inanılması gerekenler” ve “yapılması gerekenler” diye ikiye ayrılabilir. Birincisinde Allah, peygamberlik, gayb âlemi hakkında bilgiler, öğütler, misaller, hikmetler ve kıssalar vardır.
H19Ws. Ey iman edenler, eğer siz Allah'a yardım ederseniz, Allah'da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz." 47/7 İnfak, İslam düşüncesinin, Allah'a gereği gibi kulluk etmenin, imanı bir bedel ile İsbat ve ifade etmenin kaçınılmaz bir yolu, Allah için nefsi ve malı arındırmanın bir gereğidir. İnfak; lügatte sarf etmek harcamak, malı elden çıkarmak anlamına gelir. Tanımından da anlaşılacağı üzere maddi şeyler için söz konusudur. Yani Kur'ani ifadeyle "RIZIK OLARAK VERİLENLERDEN" infak edilir. Lugavi anlamını biraz daha detaylandırdığımız zaman; harcama, bir gaye ile karşılık bekleyerek / ya da beklemeyerek feda etme, fidye verme, teberru, bir şey ya da bir beklenti için sarf etme anlamlarını ifade eder. Ayrıca tünel anlamına da gelmektedir... Ne Fe Ka Kaf fail kalıbında kullanıldığında; Fare, yuvasına girdi, olduğundan başka başka görünmek Münafıklık gibi anlamlar kazanır Nifak ve Münafık da aynı kökten türetilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de bu kelimenin 4 Dört boyutta kullanıldığını görüyoruz; a- Harcamak, sarfetmek. Bu harcama cümledeki yerine göre Zekat verme, yardımda bulunma, sadaka verme, İslami toplumu kalkındırıp güçlendirmek için yapılan yardım, teberru anlamları kazanır. Ayrıca Mal harcayıp yahut dağıtıp fakir düşme anlamına da gelir ki mesela 17/100 bunu anlatır. "Deki Eğer Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, o vakit harcayıp bitirmek korkusuyla muhakkak tutar hiçbir şey vermezdiniz. Zaten insan çok cimridir." b- Harcanan mal Harcama Yukarıda zikredildiği gibi ya teberru ve yardım maksadıyla, ya karşılığında bir şey elde etmek için, ya da şahsi ve ailevi ihtiyaçları gidermek için yapılır... "Allah onların yapmakta oldukları amellerinin en güzeliyle mükafatlandırmak için küçük büyük yaptıkları her harcama, geçtikleri her vadi onların lehine yazılmıştır." 9/121 "Siz nafaka namına her ne verir veya ne adarsanız, muhakkak Allah onu bilir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur." 2/276 c- Tünel anlamında kullanılmıştır. "Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geliyor ve senin de gücün yetiyorsa yerin derinliğine inecek bir Tünel veya göğe çıkacak bir merdiven ara ki onlara bir mu'cize getiresin. Allah dileseydi elbet onları hidayet üzere toplardı." O halde sakın cahillerden olma." 6/35 d- Münafıklık etmek, İman etmediği halde mü'min gibi görünmek, kalben küfrettiği halde zahirde müslüman imajı vermek anlamında kullanılmıştır ki, kanaatimizce kelimenin köküyle alaka kurduğumuzda şöyle bir bağlantı çıkabilir "Kendini dünya ve onun geçici menfaati uğruna harcayan, kendini yolunda feda eden, sahip olduğunu dünyaya sarfeden". Nafik kelimesi müfali kalıbında münafık şeklinde kullanılır. Yine Fare deliğine girdi anlamıyla da kendi habis düşüncelerini kalbinde gizleyen, Fare'nin deliğine girip saklanması gibi nünafıkın da karanlığa girip hakiki kimliğini gizlemesi şeklinde bir anlam yakınlığı ortaya çıkar. Mevzu münafıklar olmadığı için asıl meseleye geçmek yerinde olur. Ancak münafıklık ve münafıklarla ilgili şu ayetlere bakılabilir; 3/167; 59/11; 9/67-68-77-97-101; 33/73; 48/6 ; 57/13; 8/49; 9/64; 33/12-60; 63/1,7,8... Asıl Mevzumuz olan a şıkkında inceleyeceğimiz infak konusunu, Kur'an bütünlüğünde tasnifi bir usulle incelersek hem ayetlerin toplu dökümünü birden vermemiş hem de daha nesnel bir boyutta incelemiş oluruz. İnfak, kapsamlı ve kuşatıcı bir salih ameldir. Zekat, sadaka, bunun kapsamına girdiği halde, bunlarla sınırlı değildir. İnfak olayı bunları içine aldığı gibi bunlardan ayrı, sürekli, her zaman ve zeminde ifa edilen /edilmesi gereken bir ameldir. İnfak için ne bir miktar, ne de bir vakit konmamıştır ki bu salih amelin iman mücadelesindeki ehemmiyetinin anlaşılması için kafi bir işarettir. İnfak; ihlas, itaat, sadakat, cihad, velayet, kardeşlik ve diğer sosyal sorumlulukların vazgeçilmez bir unsurudur. Müminler infak ederek, ihlas, takva fedakarlık ve adanmışlık ile kulluklarını perçinler, "hannasın" vesveselerine, dünya metaının süslenmişliğine, nefse ve onun verdiği tamaha sırt çevirip Rablerine yönelir ve karşılığını ancak O'ndan bekler, yalnız O'na teslim olduklarının şahitliğini yaparlar. İslam toplumunun oluşturulması, yaşatılması ve ayakta kalıp devam ettirilmesi için infak eylemi olmazsa olmaz bir gereklilik, imani bir sorumluluktur. Allah'u zü'l-celal müminleri tarif ederken "Kendilerine verdiğimiz rızık-tan İNFAK ederler" ifadesiyle mü'minlerin özellikleri belirtiliyor. "Allah yolunda infak edenlerin durumu, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah lütuf sahibidir her şeyi bilendir." 2/261 "Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyilerinden ve size yerden çıkardığımız rızıkların temiz olanlarından infak edin. Size verildiğinde gözü yumulu alamayacağınız kötü malı, hayır diye infak etmeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah Ganiy'dir. Hamîd'dir." 2/267 "Onlar ki gayba iman eder 2/3 namazlarını ikame eder ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler." 8 /3; 22/35; "Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, bir başkasının malı olmuş bir köle ile, katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli-açık infak eden bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? HAMD Allah içindir. Fakat onların çoğu bilmezler." 16/75 "İman eden kullarıma söyle; Namazlarını ikame etsinler, ve kendisinde ne alışveriş ne de dostluk olmayan bir gün gelmeden kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli açık infak etsinler." 14/31 "De ki; rabbim kullarından dilediğine bol rızık verir veya kısar. Siz hayra ne İnfak ederseniz Allah onun yerine başkasını verir. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır." 34/39 "Kim Allah'a güzel bir borç verirse, Allah'da onun karşılığını kat kat verir ve ona büyük bir ecir vardır." 57/7 "Allah'ın kitabını okuyanlar, namazlarını ikame edenler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık infak edenler asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler." 35/29 ve 3/92; 57/10; 8/60; 47/7... Ayetlerden de açıkça anlaşıldığı gibi iman ile infak eşitlenmekte; kulluğun pratik bir isbatı ve bunun sonucunda kat kat kazancı olan bir ticaretin müjdesi ile mü'minler infak'a teşvik edilmektedir. Nefsin önündeki engelleri sünnetullah çerçevesinde aşarak infak ile pekişen imanın tablosu resmedilmektedir. Adeta canlarının olduğu gibi mallarının da Allah'a satıldığını tescil etmeleri istenmektedir. Verecekleri mallarının, paralarının ve diğer variyetlerini ve borcun güzeli Karzen-Hasenen ve kazançlı bir yol" olduğu beyanıyla eksilen mallarının daha dünyada iken artacağı müjdelenmektedir. İntakın makbul olabilmesi için mutlaka Allah yolunda olması Allah rızası için sarf edilmesi gerekmektedir. Bunun dışında yapılan infaklar heba olmuştur, zayi olmuştur ve Allah katında bir karşılık görmeyecektir. Bu yüzden infak etmeyenleri cimrilik edenleri Kur'an tahkir edip utandırıyor. " Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe BİRR'e iyilik eremezsiniz. Her ne İnfak ederseniz. Allah onu bilir." 3/92 "Bedevilerden öyleleri vardır ki infak ettiğini angarya sayar ve sizin başınıza belaların gelmesini bekler. O bela kendi başlarına gelmiştir. Allah semi ve Alim'dir." 9/98 "Sizler Allah yolunda infaka çağrılıyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse, cimriliği ancak kendine karşıdır. Allah Ganiy'dir, siz ise fakirsiniz. Eğer O'ndan yüz çevirirseniz yerinize başka bir topluluk getirir ve onlar sizin gibi de olmazlar." 47/38 bkz; 9/54; 4/38-39; 8/36; 57/10... Allah'a ve O'nun Dinine Muhalefet Edip Zarar Vermek İçin İnfak Edenler Allah'a ve O'nun dinine karşı savaş açan tağutlar bütün imkanlarını seferber ederek zarar vermek, fitne çıkarmak yeryüzünü ve ekini ifsad edip, küfrü ve zulmü yaygınlaştırmak isterler. Bunu büyük bir ibadet telakki eden tağutlar ve yandaşları her halükarda tevhide ve kurtuluşa çağıran bir ses, bir kıpırtı işittiklerinde, en ufak bir hareket gördüklerinde, servetlerini, canları dahil bütün varlıklarını feda etmekten geri durmazlar. İşte bu zalim tağutların bu yaptıklarıyla bütün amaçları fitne çıkarma Dinden döndürme atalar dinini koruma, hayra engel olma, tekebbür, İstiğna, şirk, zulüm, ifsad ve kurulu batıl düzenlerini korumak ve yaşatmaktan başka bir şey değildir. Bu vasıflar kafirlerin en bariz vasıfları ve emelleri olmuştur. Bu vasıflar artık onlarda bir ahlak, bir din ve karakter olmuştur. Veyl olsun onlara; "İnkar edenler var ya, onların malları da, evladları da Allah'a karşı kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır. Onların bu dünyada yapmakta oldukları harcamaların durumu İNFAK kendilerine zulmetmiş bir kavmin ekinlerini vurupta mahveden kavurucu bir rüzgarın durumu gibidir. Allah onlara zulmetmedi fakat onlar kendilerine zulmettiler." 3/116-117 "Şüphesiz küfredenler mallarını Allah yolundan alıkoymak FİTNE için infak ediyorlar. Daha da İnfak edecekler ama sonunda bu onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlub olacaklardır. Kafirlikte ısrar edenler ise cehennemde toplanacaklardır. 8/36 bkz. 18/42 İnfak Şekli Rabbimiz için ve nasıl İnfak edeceğimizi bildirmekle beraber teferruata girmemiş hikmet gereği müminlerin iman, fedakarlık ve teslimiyetlerini imtihan için alanı serbest bırakmıştır. Ancak infak olayını hayatın her zaman dilimi ve her alanına teşmil ederek vakıanın ehemmiyetini belirtmiştir. "O takva sahipleri ki bollukta da, darlıkta da Allah için intak ederler, öfkelerini yutarlar, ve insanları affederler. Allah'da muhsinleri sever." 2/219 "Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyilerinden ve size rızık olarak yerden çıkardıklarımızın temiz olanlarından intak edin. Size verildiğinde gözü yumulu alamayacağınız kötü malı hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah Ganiy'dir, Hamid'dir." 2/267} "Sana Allah yolunda ne infak edeceklerini soruyorlar, De ki; infak ettiğiniz şey ana-babanız, akrabalarınız, yetimler, miskinler ve yoksullar içindir. Allah yaptığınız her hayrı bilir." 2/215 "Onlar intak ettiklerinde ne israf ederler, ne de cimrilik ederler. İkisi arasında vasat bir yol tutarlar." 25/67 "Onlar rabblerinin rızası için sabreden, namazı ikame eden kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak eden ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte dünya yurdunun güzel sonucu onlarındır." 123/22 bkz. "/29 ; 2/274-261; 9/99; 16/75... Burada da intakın, hayatın her alanında yani bolluk ve darlıkta, gece ve gündüz, malın en iyisi ve en güzelini sevdiğiniz şeylerden olmasını, ihtiyaçtan fazla kalan, ne aşırısını verip kendisi muhtaç olacak derecede ne de eli sıkı cimrilik ederek değil vasat bir yol üzere ana-babaya, akrabalara, yetimlere, miskinlere ve yoksullara yolda kalmış veya yolculara yapılmasını, en önemlisi bunların Allah yolunda 32/16; 2/261; 28/54... intak edilmesini söylüyor. Gizli olmasını, nefsin ileri gitmemesi, kabarıp, şımarmaması, gösteriş olmaması, başa kakıp rencide etmeden, fakirleri incitmemesi 2/262; 4638-39 için isterken açık olmasını da mü'minlere bir örnek, bir teşvik olması, hayırlarda yarışılması 23/60-61, İslam toplumunu güçlendirip kalkındırmak, İslami otoriteyi desteklemek 8/60 için defalarca ve ısrarla vurguluyor, Özellikle "ALLAH YOLUNDA" ifasının kullanıldığı zaman yer ve mekan belirtmemesi dikkat çekicidir. Allah yolunda olması, mücadele, cihad, dayanışma, kalkınma, eğitim, barınma, beslenme, hayatın içinde olan bütün haillerde Allah'ın dinini yüceltmek, yeryüzünü ve ekini inşa ve ıslah etmek, kısacası bütün salih amelleri kapsamak üzere bu ifade kullanılıyor. İnfak ve Mücadele Boyutu "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Onunla Allah düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz ama Allah'ın bildiği kimseleri korkutasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz size eksiksiz ödenir ve haksızlığa uğratılmazsınız." 8/60 "Yine onlar rabblerinin davetine icabet eder ve namazlarını İkame ederler. Onların işleri aralarında şura iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda infak ederler." 42/38 " Korkuyla ve ümitle rabblerine yalvarmak için vücutları yataklarından uzaklaşır ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden Allah yolunda infak ederler." 32/16 "Hayır olarak infak ettikleriniz sizin iyiliğiniz içindir. İnfaklarınızı ancak Allah için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa karşılığı size tam olarak verilir. Ve asla haksızlığa uğratılmazsınız." 2/272 İmanın isbatı tağutu/tağutları kesin ve net bir şekilde reddedip bir tek Allah'a kulluğu kabul etmektir. Bu da salt bir teori ve kuru ifade olarak kalmaz/kalamaz. Allah'a sahih bir iman ile salih bir kulluk için tağutun fiili bir şekilde reddedilip, bunun ortadan kaldırılması için Allah'ın emanet olarak verdiklerini samimi, bilinçli/basiretli ve fedakar bir şekilde seferber etmek kaçınılmazdır. Bu mücadelenin sağlıklı bir zeminde oturtulması için de mü'minlerin şûra ile hareket edip erimiş kurşun gibi saf bağlamaları gerekir. 61/1 Yine bilinçli ve köklü bir alt yapı ile besili atlar hazırlamaları, bir vücudun azalan gibi bütünleşmeleri gerekir. Allah'ın dininin yeryüzüne hakim olması için müminlerin canları evladları ve dünyada sahip oldukları bütün varlıkları ve imkanları ile cihad etmeleri istenmektedir. Kendini Nefsini değiştirmeyen kavmi, Allah değiştirmeyecektir. 13/11 Değişimi istemek için de memnuniyetsizliğin olması gerekir. Durumdan memnun olanlar değişim kelimesini telafuz etmeyi bile düşünemezler. Unutulmamalıdır ki imanın ilk ve temel şartı olarak reddedilen tağut, basit ve içi boş bir kavram değil, Nadiye'si, Ahzab'ı, Cunud'u, Mele'si, Mütrefin'i, Karye'si, Ahbar'ı, Atalar dini ve muhabese'si olan canlı, organik ve oturmuş bir yapıdır. İslam toplumunun bu canlı, organik ve oturmuş tağutu yoketmek için ve yine tağutun kendilerini yok etmemesi için alternatif bir güç oluşturmaları gerekir. "Size ne oluyor ki; Allah yolunda infak etmiyorsunuz. Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Elbette içinizden fetih'ten önce infak edip savaşanlar daha sonra infak edip savaşanlarla eşit değildir. Onların dereceleri sonradan infak edip harcayanlardan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı va'detmiştir. Allah amellerinizden haberdardır. 57/10
ALLAH İÇİN İNFAK İNFAK NEDİR? NELERDEN ve NASIL YAPILIR? İnsanoğlunun dünya nimetlerine karşı zaaf ve tutkusu fıtrîdir. Ham maddesi toprak olan insan toprağın suya olan iştiyakı gibi dünya nimetlerine iştiyak duymakta, onu yutmakta ve tutmaktadır. Nasıl suyu yutan kabiliyetli topraktan yararlı nebatlar çıkıyorsa insanın da dünya nimetlerine sahip olmasının, mahsûl veren toprak gibi güzel sonuçları olmalıdır. Kur'an'da insanın sahip olduğu dünya nimetlerine karşı sorumlulukları değişik lafızlarla ifade edilmektedir. Bunların başlıcaları, sadaka ve tasadduk, nafaka ve infak, zekât, cûd ve îsardır. İnsan, İslâm dairesine bir "Kelime-i Şehadetle” girer. Ondan sonra İslâm içinde kişiliği inşa yolculuğu başlar. Müslüman şahsiyetinin, tıpkı, namaz gibi, oruç gibi olmazsa olmaz değerlerinden birisi, infak etme-verme hassasiyetine sahip olmasıdır. Kur'an'ın ikinci suresinin ilk âyetleri içinde, "iyi Müslüman" diye niteleyebileceğimiz "müttakî"lerin temel özellikleri arasında, gaybe iman etmek ve namaz kılmaktan sonra "kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler" ifadesiyle "infak" sayılır. Burada infak, "verilen rızık“la bağlantılanmıştır. Yani "vereceğiniz, zaten size ikram edilenden başkası değildir" denmek istenmektedir. "Sana Allah yolunda neyi sarf edeceklerini sorarlar. De ki O’nun için ayırabileceğiniz her şeyi..." Bakara Suresi,219 Kur’an'ın, İslam'a özgü bir dünya görüşü ve medeniyeti oluşturmak için kullandığı anahtar kavramlardan biri de sebilullahtır. Müzzemmil Suresi,20; A'raf Suresi,45, 86; En'am Suresi,116. Bakara Suresi,190-195-218; Enfal Suresi,74-75 Bu terkip, Allah'ın yolu anlamına gelir ve İslam öğretilerinin tümünü ifade etmek için kullanılır. Çünkü Allah'ın yolu, iyilik nev’inden O'nun emrettiği her şeyi içeren ve Kur’an vahyi aracılığıyla insana bahşedilen hidayet yoludur. İnfak kelimesi, Helâl yollarla elde edilen malı, ihtiyaca ve dinin gerekli ya da hoş görüldüğü yerlereAllah’u Zülcelâl’in hoşnutluğunu kazanma niyeti ile harcamada, yardımlardamaddi, manevi bulunma anlamına gelir. Aynı zamanda “İnfak” kelimesinin taşıdığı mânâ iyi tahlil edilirse, bu ibâdetin bir hikmetinin de, insanı ruh, şahsiyet ve karakter bakımından maddenin esâretinden kurtararak mâneviyâtımaddiyâta hâkim kılması olduğu görülür. Bu yönüyle ibâdetler içinde infâkınrûha sağladığı belki de en büyük fayda, “vicdan huzûru”dur. İnfak Nafaka verip geçindirme, besleme, doyurma mânâlarındadır. Bakara suresinde Cenabı Hak, kurtuluşa erecekler için "o muttakiler ki, gaybe iman ederler, namazlarını dosdoğru kılarlar ve Allah’ın kendilerine verdiği rızıklardan infak ederler. İşte onlar felaha gerçek kurtuluşa ereceklerdir. Buyurmuştur. İnfak kelimesi, sözlükte "azalmak, bitmek ve tükenmek" gibi anlamlara gelen n f k kökünün türemiş şeklidir. Bunun için, "insanın helal ve kıymetli olan servetini yahut en aktif ve verimli olan gayretini Allah rızası için başka insanların hayrına sarf etmesine" infak denir. Bu harcama, insanın sahip olduğu tüm değerlerden yapılabilir. İşte helal servetin ve olumlu gayretin insanların hayrına sarf edilmesi, Kur’an'da "Allah yolunda infak" olarak isimlendirilmiş, bu niteleme ile O'nun yolunda yapılan harcamaların bir zarar olmadığı anlatılmak istenmiştir. Bu demektir ki, müminin yaşarken Allah yolunda sarf ettiği çabalar ve cömertçe harcadığı mallar, Hesap gününde boşa gitmeyecektir.İbnManzurLisanu'lArab, X, 358-361. Ragıp el-isfehani, el-Müfredat, Bakara Suresi,195, 261, 262 İNFAK NELERDEN VE NASIL YAPILMALIDIR? Kur’an'da birçok ayette yer alır. Bu ayetlerde infakın, sevilen ve en iyi olan şeylerden yapılması istenir. İnfak, Müslüman şahsiyetin en belirgin özelliğidir. O, sahip olunan imkânlardan başkalarını yararlandırmak ve bu imkânları Allah rızası için harcamaktır. İnfak etmeye, en yakın kişilerden başlamak gerekir. Özellikle ve öncelikle yoksulluğunu açığa vurmaktan çekinen onurlu kimselere infak edilmelidir. Çünkü onların durumunun farkında olmayan, onları zengin zanneder, hâlbuki onlar istemekten çekinirler. İnfak, karşısındakini horlama veya cömertlik gösterisi altında riyakârlık aracı yapılmamalıdır. Çünkü Kur’an, insanlar arasındaki ilişkilerde güzel muameleyi ve İslami terbiyeyi esas almış, İslam'ın ruhuna ve insanın onuruna ters düşen davranışların sahibine hiçbir fayda sağlamayacağını bildirmiştir. Özellikle riyakârlığın, insanın bütün hayırlı faaliyetlerini boşa çıkaran bir illet olduğuna dikkat çekmiştir. Şu halde insan infak ederken ne kadar dürüst davranıp samimi olursa Allah'tan göreceği mükâfat da o denli büyük olacaktır. Öyleyse infak, başa kakmadan nezaket dairesinde yapılmalıdır. Zira dinin buyruklarının amacı, insanı Allah'a iyi bir kul, başkalarına da iyilik eden bir şahsiyet haline getirmektir. Yoksa Allah, hiç kimsenin infakına ve ibadetine muhtaç değildir. Abdulbaki, Mucemu'l Mü-fehrez, Bakara Suresi,215-262-264-267-273-274. Al-i imranSuresi,92-134Maun Suresi,6-7 İnfakın sınırını üç derecede değerlendiren gönül erleri bunu sehâvet, cûd ve îsâr diye isimlendirmektedir. Sehâvet, malın bir kısmını verip bir kısmını kendine ayırmaktır. Nitekim Allah Resulü sehâvet sahibini şu ifadelerle övmektedir "Sahî Allah'a yakındır, halka yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri Allah'dan uzaktır, halktan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Cahil fakat sahî kimse Allah katında, âbid fakat cimri olandan daha sevimlidir." Tirmizî, Birr, 40; Aclûnî, I, 450 Cûd, malın çoğunu dağıtıp az bir kısmını kendine sahip olunan mal ve ilmi bezledip saçmaktır. Para ve mal harcamanın kişiye zor gelmemesi demektir. Mal, beden, mevki, dünya ve ahiret konularında olur. Îsar da zarar ve sıkıntılarına katlanarak başkasını kendisine tercih ile kifâyet derecesindeki maîşetini vermektir. Nitekim "Onlar ihtiyaçları bile olsa başkalarını kendilerine tercih ederler..."Haşr Suresi, 9âyeti buna bir ölçü ve sınır dâhilindeki cömertliktir. Cûd ayırım yapmaksızın sınırsız herkese gösterilen cömertliktir. Bu yüzden "Cevâd" Allah'a izâfe edilir, ama "Sahî" edilmez. İnfak, mal ve başka şeylerde yapılan tasarruf ve harcamadır. Farz olanı vardır, nâfile olanı vardır. Nafaka da infak edilen şey için kullanılır. Bu kavramlar içinde en kapsamlı olanı infaktır. Hem verilecek şeyin dînî hükmü bakımından farz ve nâfile olanını, hem mal ve ilim gibi Hak tarafından verilen nimetlerin her türlüsünü kapsamaktadır. Nitekim "Kendilerine nasip ve kısmet ettiğimiz rızıktan, maddî ve manevî şeylerden az çok infak ederler, Allah yolunda harcamada bulunurlar." Bakara Suresi,3 ayetinde bu infak kavramı kapsamlı bir biçimde açıklanmaktadır. Bakara suresinin 215. ayetinde ise "Ey Muhammed, neye, ne gibi yerlere harcamalar yapacaklarını sana soruyorlar. De ki Az veya çok hayır cinsinden vereceğiniz nafakalar ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Bundan başka hayır olarak ne yaparsanız Allah ondan haberdardır.” Nitekim İbrahim Allah'a Halîl dost idi. Misafirsiz sofraya oturmazdı. Bir kere hanesine bir Mecûsî geldi. İbrahim onun Mecûsî olduğunu anlayınca ağırlamaktan imtinâ etti ve adama "Sen benim ikramıma ve ağırlamama layık değilsin." dedi. Adam da savuşup gitti. İbrahim hemen vahiy ile uyarıldı. Allah’uTealâ "Yâ İbrahim, benim yetmiş yıl beslediğim bir kula bir öğün yemek vermek sana ağır geldi ha..." buyurdu. İbrahim hemen Mecûsî'nin peşine düşüp onu buldu ve ağırladı. Mecûsî olanların sebebini sorup öğrenince "Ne iyi Rab, düşmanı için dostunu Halîl azarlıyor..." dedi ve Müslüman oldu. Allah'ın Habîb'i Hz. Muhammed Mustafa de HâtimTâî'nin oğlu geldiğinde sırtındaki ridasını çıkarıp onun altına sermişti. İnsanlar arasında fark gözetmeden kâfirin altına kendi elbisesini koymuştu. İşte Habîb ile Halîl'densehâ ile cûd birer örnektir. İnfakta aslolan ihtiyaç sahibine ihtiyacını istemeden vermektir. Nitekim Allah dostlarından birine bir arkadaşı gelip dört yüz dirhem istedi. O da dört yüz dirhemi getirip arkadaşına verdikten sonra evine girerek ağlamaya başladı. Hanımı da "Eğer bu parayı vermek zor geldiyse keşke mazeret gösterip vermeseydin." dedi. Allah dostu "Ben ona ağlamıyorum, arkadaşım benden istemeden onun halini araştırıp kendiliğimden veremediğime ağlıyorum." dedi. Rabbimiz buyuruyor “Allah yolunda infak edin. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. اَحْسِنُوا Amellerin hepsi en güzel olsun. Allah iyilik yapanları hayır-hasenat, amel-i salih işleyenleri sever.” Bakara suresi, 195buyuruyor. İnfak bazen tasadduk, zekât, fıtır sadakası, kurban, hediye, icare bazen insanların istihdam edilecekleri meşru bir alanda yatırım ya da vakıf olarak çıkar karşımıza. Her biri toplumsal ve bireysel faydalarının yanında ibadettir bir diğer anlamıyla. Ve Allah yolunda cömertlik ve hak sahiplerine haklarını teslimdir de aynı zamanda Cenab-ı Hak Müminlere Kur’an-ı Keriminde muhtelif kalıpla, 72 kere infâkı emrediyor. Yani Kur’an’da; zekât, sadaka, infak 125 yerde geçiyor, fakat 72 yerde de “infak” geçiyor. Şimdi zaten zekât, minimum, asgarînin asgarîsi. Zaten o zekât, o kişinin malı değil, fakirin emaneti onda. Sadaka, kendisini koruması için. Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmak için. Fakat infak ise, ucu açık. Zekât kırkta birdir. İnfak ise bunun ucu açık. Bu, Cenâb-ı Hakk’a giden bir tünel olmuş oluyor. Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıran tünel oluyor. İnfak, yalnız mal vermekle değil. Meselâ ashâb-ı kirâma baktığımız zaman, bir kısım Çin’e gidiyor Vehb bin Kebşe şeyinde. Bu, en büyük infak. Giderken üşenmiyorlar, yorgunluk gelmiyor. Hangi vâsıtalarla gidiyor?İbn-i Abbâs kardeşi Semerkant’a gidiyor bir sahabe grubuyla. Bir kısım sahâbî Afrika’ya giriyor. O zaman dünyanın üçte birini kaplıyorlar aşağı Bunlar nedir? Bir infak heyecanıdır bu. Eyyûb el-Ensârî seksen küsur yaşında iki sefer İstanbul’a geliyor. Bunlar hep bir infaktır. Yani infak sırf malla değil, her şeyle 1. Ahmed Hazretleri, Sultan Ahmet Camii’ni yaptıran, inşâeden, Osmanlı Sultanı; Onu kızı rüyâda görüyor da, Allah’ın kendisine verdiği bu mükâfâtın sebebini sorduğu zaman “Kızım diyor, ben diyor, tebdîl-i kıyâfetederdim, zaman zaman gidip, câmide çalışırdım.” diyor. Şimdi Sultan Ahmed, 1. Sultan Ahmed’e baktığımız zaman, o zaman bir mağlûbiyet görmemişti. Bütün dünyanın önünde eğildiği bir insandı. Ona Sultan Ahmet Camii’ni yaptırmaktan, gidip orada çalışmak çok daha zordur. Tamamen nefsini sıfırlayarak… Velhâsıl bu da bir infak. Yani infak çok. Yani Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede buyuruyor“…O takvâ sahipleri kendilerine rızık olarak verdiğimiz her şeyden Allah yolunda infâk ederler.” Bakara Sûresi, 3 İnfak, İslam'ın hayata taşınmasını sağlayan ve mümine Allah'ın rızasını kazandıran tevhidi bir eylemdir. Kur’an bu onurlu eylemi gerçekleştiren müminlerin verimli ve sevimli durumlarını şu anlamlı ifadelerle dile getirir “Allah yolunda mallarını harcayanların durumu, kendisinden yedi başak çıkan ve her başakta yüz tane bulunan bir buğday tohumuna benzer; Allah dilediğine kat kat verir, O her şeyi kuşatan, her şeyi bilendir." Bakara Suresi, 261 "Şüphesiz Allah, cennet karşılığı mü'minlerden mallarını ve canlarını satın aldı." Tevbesuresi,111 ayetiyle canın ve malın Hak yoluna verilmesi gerektiğini ifade buyurur. Canı vermek cihatla olur, malı vermek infakla. Bunun da üç derecesi vardır 1- Zekâtın borç olmasını beklemeden malının tamamını verenler. 2- Servetlerinin tamamını veremeyen ama zekâtla da sınırlı kalmayanlar. Böyleleri zekâttan fazla olarak mallarının bir kısmını da hayır yollarında harcar. Nitekim Kur'an'daki "Muhabbeti üzerine malını yakınlarına verir."Bakara Suresi,177 ayetiyle "Size rızık olarak verdiklerimizden infak edin." MünafikûnSuresi,10 ayeti buna delildir. 3- Ne fazla, ne eksik yalnız zekâtlarını ödeyenler. Bu infakın en küçük derecesidir. Zekât her nimetin kendi cinsinden şükrünü edâ etmektir. Sıhhat büyük bir nimettir. Her organın zekâtı vardır. Bu da insanın bütün organlarını hizmet ve ibadetle meşgul etmesi boş oyun ve eğlenceye meyletmemesidir. Diğer taraftan zekât Allah'ın zenginlerin malından fakirlere ayırdığı bir haktır. Zekât veren hak sahibine hakkını ödemekle hem Hakk'ın rızasını kazanmakta, hem de hesap ve azap endişesinden kurtulmaktadır. Zekâtın amacı insanı kötü huylardan biri olan cimrilikten kurtarmaktır. Nitekim hadis-i şerifte "Üç şey helâke götürür Aşırı cimrilik, ardınca gidilen şehvet ve kendini beğenmek" Mevsûaetrafi'e - Hadis en - nebevi, IV,457 Ayette de "Kim nefsinin cimriliğinden kurtulursa işte felah bulanlar ancak onlardır." buyrulmaktadır.Haşr Suresi,9 Cimrilikten kurtulmak malını yerinde infak etmeyi adet edinmekle mümkündür. Bir şeyden sevgiyi kısmak, kendini ondan ayırmakla olur. Bu manada zekât temizlik demektir. Çünkü sahibini cimrilik pisliğinden temizler. Zekâtın yaptığı temizlik kulun Allah uğrunda yaptığı infaktan duyduğu sevinç kadardır. Malî ibadet mal nimetinin şükrüdür. Dara düşmüş bir insanın perişan halini gören varlıklı biri, Allah'ın kendisine verdiği servetin kırkta birini ona vermezse nasıl adam sayılabilir? Allah dostlarından Şiblî sordular Zekâttan verilmesi gereken miktar ne kadardır? Şiblî şu karşılığı verdi İki yüz dirhem için beş dirhem. Yani malın kırkta biri. Ama bu fıkıh mezheplerinin ölçüsüdür. Benim mensubu bulunduğum yola göre malın hepsini verip zekât meşguliyetinden kurtulmaktır. Adam tekrar sordu Bu konuda senin imamın kim? Şiblî Ebu Bekir Sıddık dedi. Çünkü o elinde bulunan her şeyi Allah yolunda vermiş ve kendisine "Ailene neyi bıraktın?" sorusuna "Allah'ı ve Resulünü" cevabını vermişti. Ömer bin Abdülaziz buyurur ki “Namaz, seni yolun yarısına; oruç, tam Melik’in kapısına iletir. Sadaka ise, Melik’in huzûruna çıkarır.” Ali İsfehânî hakîkati ne güzel ifâde eder“…Âfiyet ve günahsız olmayı aradım; zühdde, yani şüphelilere düşmek korkusuyla mübahların çoğunu terk etmekte buldum. Kolay hesabı aradım, susmakta buldum. Rahat ve huzûru aradım; cömertçe infâk etmekte buldum.” Muhtaç; yani ihtiyaç sahibi; fakirdir, düşkündür, borçlu olan, boyunduruk altına alınıp esir ya da köle düşendir. Bazen de yolda kalandır, memleketinde varlıklı iken yolda ihtiyaca düçar olandır o. Tevbe, Suresi,60 Yetim, öksüz, dul yahut mülteci olarak da karşımıza çıkabilir muhtaç. Elinden geleni yaptığı halde normal ihtiyacını dahi karşılayamayacak durumda olandır o. Ve muhtacı bulmak da infak edenin vazifesidir. Zira muhtaç “hak sahibidir” malımızda. Onlar dile getiremese de bizim onları bulmamız ve hatta önce fark etmemiz icap eder. MÜMİNLER BİRBİRLERİNDEN SORUMLUDURLAR Zira her mü’min, çevresinden mes’ûldür. Muhtaçların, mazlumların feryatlarına bîgâne kalamaz. Yine o, karanlık bir gecenin mehtâbı gibi nurlu, hassas, rakik, diğergâm, merhametli, cömert ve infak heyecânıyla dolu olmalıdır. Cenâb-ı Hak, rızkın temininde mahlûkâtı birbirine vesîle kılmıştır. Dolayısıyla muhtâcı gözetmek, Allah’u Teâlâ’nın bizlere olan ihsanlarından onlara pay ayırabilmek, büyük bir fazîlet ve ilâhî bir lütuftur. Muhtaçların feryatlarına tesellî olmadıkça mü’ mininrûhu da tesellî bulamaz. Hz. Mevlânâ ne güzel buyurur “Şunu iyi bil ki, bedenden, maldan, mülkten kaybetmekte, ziyâna uğramakta rûha fayda vardır; onu vebâlden kurtarır. Mal; bağışlamakla, infâk etmekle, görünüşte elden çıkar gider ama onu verenin gönlüne yüzlerce mânevî hayat gelir!” Dünya serveti; en yakınlardan başlayıp toplumdaki âcizlere, kimsesizlere, gariplere yardımda bulunmak sûretiyle, vicdan huzûruna ve âhiret saâdetine ermek için kazanılmalıdır. Kazançta niyet bu olursa, dünyevî endişelerin gönüllerde meydana getirdiği katılık, kasvet, buhran ve sıkıntıların yerini tatlı bir huzur ve sükûnet hâli alır. Peygamber Efendimiz “Yoksula verilen sadaka bir, akrabaya verilen ise hem sadaka, hem de sıla-i rahim olmak üzere iki sadaka sayılır” buyurarak en yakından başlamanın ayrıca sevabına işaret eder.Nesâi, Zekât, 82. İNFAK İÇİN NE GEREKİR? Allah yolunda infak edebilmek için, belirli miktarda mala ve imkâna sahip olmak gerekirse de esas önemli olan, insanın infak etme inancına, bilincine ve gücüne sahip olmasıdır. Miktar madde meselesidir. Bunun için ekonomik görüşleri sömürücü sistemlere endeksli olanlar, mala sahip olsalar da kendilerinde bu malı başkalarına infak etme gücü bulamazlar. Servetin insanı yüceltici ve hayatı iyi yönde geliştirici bir unsur haline gelmesi, onun "Allah yolunda infak edilmesi" ile gerçekleşir. İşte bunun için İslam, infakla ibadetin kapsamını daha da genişletip ona hayatın tümünü kuşatan bir muhteva yüklemiştir. Kur’an'ın "Allah yolunda infak ediniz" buyruğu, hem yoksulu değersiz gören zalim kanaati yıkmayı hem de servetin zengin elinde, servet hayalinin de fakirin gönlünde putlaşmasını önlemeyi amaçlar. Bunun için Kur’an, infak etme konusunda isteksiz davranıp servet rüyasından saadet bekleyenlere, "Göklerin ve yerin mirasının tek başına Allah'a ait olduğunu" hatırlatır; sonra da onlara "Neden Allah yolunda infak etmediklerini" sorar. Hadid Suresi,10 Dünya servetine bağlanıp cimrilik edenleri ise, şöyle kınar "Bakın sizler Allah yolunda infak etmeye çağırılıyorsunuz; ama sizin aranızda cimrice davrananlar var! Kim Allah yolunda cimrice davranırsa sadece kendisine karşı cimrilik yapmış olur. Çünkü Allah kendi kendine yeterlidir, hâlbuki siz, O'na muhtaçsınız. Şayet O'ndan yüz çevirirseniz başka toplumları sizin yerinize geçirir ve onlar sizin gibi yapmazlar!"Muhammed Suresi,38 İnfakın sınırları oldukça geniştir. Nitekim hadislerde şöyle buyrulur “Her maruf sadakadır. Kişinin nefsi ve ailesi için harcadıkları da sadaka olarak yazılır."Mevzua, VI,441"İnsanlarla iyi geçinmen sadakadır. Mü'min kardeşinle karşılaştığında tebessüm etmen sadakadır. Senin kabında bulunandan kardeşinin kabına boşaltman da sadakadır." Müslim Birr,144 "Yemek yedirmek, selamı yaymak ve güzel söz mağfiret sebebidir." Mevzua, IX,444 "Allah için sevdiğine yemek yedir." İbnü'l-Mübarek'tenAshab-ı kiram sofraya misafirsiz tek başına oturmayı mahzurlu görürlerdi. İbn Abbas rivayetine göre bu anlayışı hafifletmek üzere "Toplu olarak ve tek başınıza yemenizde mahzur yoktur." Nûr Suresi,61 ayeti Ali ağladığını görenler sebebini sordular ve şu cevabı aldılar"Yedi gündür evime misafir gelmedi. Allah Teâlâ'nın derecemi indirmiş olmasından korkuyorum."Enes bin Malik zekâtı evin içinde misafir için bir oda bulundurmaktır." derdi. KUR’ÂN’DA İNFAK, ZEKÂTTAN DAHA ÇOK GEÇİYOR İnfakın yapıldığı yön cihet zaman ve şartlar itibari ile kendi içinde bir meratibi hiyerarşisi vardır. Mesela bir yönüyle "infakın farz, vacip ve mendup olanları vardır ki, bu sıralamaya göre "infak"ın farz olanlarının başında zekât gelir. İnsanın kendine bakması ve çoluk çocuğuna yapacağı harcama nafaka da ikinci derecede farz olan "infak" tır. Üçüncü farz "infak" ise cihat için yapılacak harcamadır. Bütün çeşitleriyle sadakalar ise "infak"ınmendup hoş ve arzulanan kısmını oluşturur. Kurtubî I/179 "İnfakın tüm çeşitleri ile ilgili olarak Kur`an-ı Kerim`de ikiyüze yakın ayet-i kerime vardır ki bu, İslamtoplumundaki maddi transfer, mülkiyet seyyaliyeti, servet törpülenmesi, gelir hatta servet dağılımı, olandan olmayana transfer sosyal güvenlik ödeneği kısaca sosyal adaletin hangi boyutlarda motive edildiğinin belirgin bir göstergesidir, "infak"ın mekruh ve haram olanı ise olmaz. Çünkü bu terimin anlamı bütünüyle olumludur. Mekruh ya da haram olan harcamalara "infak" değil "israf`, "savurganlık" vs. denir. Unutmayalım ki zekât, dînen zengin sayılanlara; cömertlik ve infâk ise zengin-fakir her müʼmine ilâhî bir emirdir. Nitekim Kurʼân-ı Kerim’de infâka teşvik, asgarî bir veriş olan zekâttan çok daha fazla yer almaktadır. İnfak, zengin-fakir her Müslümanın mükellefiyetidir. ALLAH KATINDA EN DEĞERLİ OLAN İNFÂK Diğer bir yönden "infak"ın hiyerarşisini Allah Rasülü bir hadisleriyle açıklar "Gelip, bir dinarım var ne yapayım? diye soran birisine Kendine harca infak et dinarım varsa? Ev halkına harca. Üç dinarım varsa? Hizmetçine çalıştırdıklarına harca. Dört dinarım varsa? Ebeveynine harca. Beş dinarım varsa? Yoksul olanlarına harca. Altı dinarım varsa? Allah yolunda harca, buyurdu" Bakara Suresi, 215ayeti bu hiyararşiye daha net bir sıra çizer "Ne infak edeceklerini sana sorarlar. De ki, hayır olarak infak ettiklerinizi ebeveyninize, yakınlarınıza, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara harcayın." Bir başka hadis-i şerif aynı derecelemeye değişik sartlara göre biraz değişik bir sıra çizer "Kişinin infak edeceği en hayırlı para dinar çoluk çocuğuna harcadığı, Allah yolunda cihadda bineğine harcadığı, yine Allah yolunda arkadaşlarına harcadığı paradır." Bir diğerinde ise "Allah yolunda cihadda infak ettiğin bir dinar, bir köle azat etmek için infak ettiğin bir dinar, bir yoksula sadaka olarak verdiğin bir dinar ve çoluk çocuğuna harcadığın bir dinardan ecri en büyük olanı çoluk çocuğuna harcadığındır." Denir. Kurtubî I/179 Rasülullah hadislerinde de her çeşidiyle "infak" vurgu ile tavsiye ve teşvik görür. O herkesin, yarım hurma ile de olsa kendisini kurtarması gerektiğini, sadakanın rızkı çoğaltacağını, ömrü ve malı artıracağını, Rabbin gazabını dindireceğini, zafere sebep olacağını, malın bereketi olduğunu söyler. Zaten Allah da yapılan bir infakın yerinin Allah tarafından doldurulacağını haber verir.Sebe Suresi,39 Yine Allah Rasulü etmeyenin rızkının daraltılacağını, cömertliğin Allah`ın ahlakından olduğunu, yoksullara arka çıkmanın kötü ölümü engelliyeceğini, sadakanın bir paratöner gibi belayı önlediğini... Bildirir. Kısaca bütün çeşitleriyle infak İslam’ın ikinci temel unsuru, "köprüsü" ve dünyayı düzene koyma aracı olarak görülür. İman değerine ve infak bilincine ermemiş olanlar, içlerindeki mal tutkusuna yenik düştüklerinden cimrilik ederler. Onlar ihtiyaç sahipleriyle ilgilenmez, doğru amaçlar için hiçbir harcamada bulunmazlar ve zenginliği kötüye kullanırlar. Yoksullara karşı duyarlı davranmayanlara Allah da değer vermez. Allah'ın değer vermediği kişi ve toplumlar ise, O'nun yardımına mazhar olma liyakatini yitirmiş olurlar. Bunun için Kur’an, ahlaki öğretilerini sürekli olarak sosyal hayatın pratik alanlarına ilişkin buyruklarla örer. Her insanı, imkânı nispetinde doğru ve yararlı eylemlerde bulunmaya; yoksulluğu yenmek için şahsi ve maddi katkı sağlamaya çağırır. Bu katkıyı esirgeyenlerin, kendi yıkımlarını hazırlayabilecekleri uyarısında bulunur. Bakara Suresi,195Anlaşılan o ki iyiliği ve infakı terk etmek, insanın bir nevi intiharı demektir. İmanda kemale ermek için fedakârlık gerekir. Fedakârlık da nefsin kendine saklamak istediği şeyleri Allah için verebilmektir. İnsanın ahlaki kişiliğe, toplumun da İslami kimliğe sahip olabilmesi, Kur’an'ın belirttiği eğitici ve erdirici ilkelerin hayatta uygulanmasıyla sağlanabilir. Şu halde insanın gerçek bir mümin olması için, sadece inanması yeterli değildir; ayrıca onun canıyla ve malıyla iman hizmetinde bulunması da gerekir. Hucurat Suresi,15 Çünkü insan ruhu sadece teorik hakikatlerle beslenmez. Bunlara ilaveten o, hareketlerini devamlı bir şekilde tanzim edecek ameli bir kaideye de ihtiyaç duyar. İşte Kur’an, insanın faaliyet sahasına giren her konuda takip edilecek yolu göstererek bu ihtiyaca en kesin ve en geniş bir şekilde cevap vermiştir. Etiketler İnfak Nedir Nelerden ve Nasıl Yapılır, İnfak, Allah için infak, Kur'an'da infak, Mekteb-i Derviş
İnfak nedir? İnfak, Allah'ın cc hoşnutluğunu kazanma yolunda kendi emeğinden, alın terinden hak sahiplerine muhtaçlara vermektir. Peki günümüz müslümanları olarak bu ibadeti ne derecede yerine getiriyoruz? İnfak ederken nelere dikkat etmeliyiz? İnfâkın edep ve adabı nedir? İnfak ile ilgili herşey... İNFAK NEDİR? İnfak kelimesi, Allah'ın cc hoşnutluğunu kazanma niyeti ile harcamada, yardımlardamaddi,manevi bulunma anlamına gelir. Aynı zamanda "İnfak” kelimesinin taşıdığı mânâ iyi tahlil edilirse, bu ibâdetin bir hikmetinin de, insanı ruh, şahsiyet ve karakter bakımından maddenin esâretinden kurtararak mâneviyâtı maddiyâta hâkim kılması olduğu görülür. Bu yönüyle ibâdetler içinde infâkın rûha sağladığı belki de en büyük fayda, “vicdan huzûru”dur. Rabbimiz buyuruyor “Allah yolunda infak edin. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. اَحْسِنُوا Amellerin hepsi en güzel olsun. Allah iyilik yapanları hayır-hasenat, amel-i salih işleyenleri sever.” el-Bakara, 195 buyuruyor. Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- buyurur ki “Namaz, seni yolun yarısına; oruç, tam Melik’in kapısına iletir. Sadaka ise, Melik’in huzûruna çıkarır.” Ali İsfehânî -rahmetullâhi aleyh- bu hakîkati ne güzel ifâde eder “…Âfiyet ve günahsız olmayı aradım; zühdde, yani şüphelilere düşmek korkusuyla mübahların çoğunu terk etmekte buldum. Kolay hesabı aradım, susmakta buldum. Rahat ve huzûru aradım; cömertçe infâk etmekte buldum.” İNFAK NEDİR? - VİDEO MÜMİNLER BİRBİRLERİNDEN SORUMLUDURLAR Zira her mü’min, çevresinden mes’ûldür. Muhtaçların, mazlumların feryatlarına bîgâne kalamaz. Yine o, karanlık bir gecenin mehtâbı gibi nurlu, hassas, rakik, diğergâm, merhametli, cömert ve infak heyecânıyla dolu olmalıdır. Cenâb-ı Hak, rızkın temininde mahlûkâtı birbirine vesîle kılmıştır. Dolayısıyla muhtâcı gözetmek, Allah Teâlâ’nın bizlere olan ihsanlarından onlara pay ayırabilmek, büyük bir fazîlet ve ilâhî bir lutuftur. Muhtaçların feryatlarına tesellî olmadıkça mü’minin rûhu da tesellî bulamaz. Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur “Şunu iyi bil ki, bedenden, maldan, mülkten kaybetmekte, ziyâna uğramakta rûha fayda vardır; onu vebâlden kurtarır. Mal; bağışlamakla, infâk etmekle, görünüşte elden çıkar gider ama, onu verenin gönlüne yüzlerce mânevî hayat gelir!” Dünya serveti; en yakınlardan başlayıp toplumdaki âcizlere, kimsesizlere, gariplere yardımda bulunmak sûretiyle, vicdan huzûruna ve âhiret saâdetine ermek için kazanılmalıdır. Kazançta niyet bu olursa, dünyevî endişelerin gönüllerde meydana getirdiği katılık, kasvet, buhran ve sıkıntıların yerini tatlı bir huzur ve sükûnet hâli alır. KUR’ÂN’DA İNFAK, ZEKÂTTAN DAHA ÇOK GEÇİYOR Unutmayalım ki zekât, dînen zengin sayılanlara; cömertlik ve infâk ise zengin-fakir her müʼmine ilâhî bir emirdir. Nitekim Kurʼân-ı Kerîmʼde infâka teşvik, asgarî bir veriş olan zekâttan çok daha fazla yer almaktadır. İnfak, zengin-fakir her müslümanın mükellefiyetidir. ALLAH KATINDA EN DEĞERLİ OLAN İNFÂK Bir gün Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz “–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kirâm “–Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorduklarında, Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem– şu cevâbı verdi. “–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. Yani malının yarısını sadaka olarak vermiş oldu. Diğeri ise hayli zengin biriydi o da malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.” Nesâî, Zekât, 49 Yani Allah katında değerli olan; infâk edilen malın miktârından ziyâde, infâk edenin fedakârlık derecesidir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır “O Allah ki, ölümü ve hayatı, hanginizin amel bakımından daha güzel olduğunu imtihan etmek için yaratmıştır…” el-Mülk, 2 İNFAK NASIL VERİLİR? “DARLIKTA DA İNFÂK EDERLER” Nitekim sahâbe-i kirâmın, infaktan muaf olacak derecede imkânı bulunmayanları bile, infâk ecrine nâil olabilmek için, kimisi dağdan odun getirerek, kimisi ise kuyudan su çekerek tasaddukta bulunmuşlardır. Zira âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için infâk ederler harcarlar…” Âl-i İmrân, 134 Yani takvâ ölçülerine göre; zekâta muhtaç olan, dardaki bir müʼminin de vermesi gerekir. O hâlde, varlıklı bir insanın ne kadar vermesi lâzım geldiğini, bu hakîkat önünde mîzân etmek îcâb eder. Yine Cenâb-ı Hak, diğer bir âyet-i kerîmede “…Rasûlüm! Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. İhtiyaç fazlasını.» de…” el-Bakara, 219 buyuruyor. Demek ki bir müʼmin, şahsî yaşantısında da iktisâda riâyet etmeli, kifâyet miktarıyla yetinmeli ve ihtiyacından artanı infâk etmelidir. ASIL ZENGİNLİK GÖNÜL ZENGİNLİĞİDİR Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-, asıl zenginliğin, mal çokluğu ile değil, gönül zenginliği ile olduğunu belirtmişlerdir. Buna göre herkes, kanaati kadar zengindir. Kanaat ise hadîs-i şerîfte bildirildiği gibi bitmez tükenmez bir hazînedir. Gerçek müminler de, bu zenginlik nîmetine sâhip olup infakta bulunanlardır. İnfak, bir müminin hassâsiyetinin ve mükellef olduğu diğergâmlığın kâmil bir tezâhürüdür. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- Şam’a giderken deveye binme sırası kölesine geldiğinde, şehrin kapısına varmış olmalarına rağmen deveye ısrarla kölesini bindirmiş ve kendisi yaya, kölesi ise devenin üzerinde olduğu hâlde Şam’a girmişti. İşte bu da, kâbına varılmaz bir infak ve îsâr tezâhürüdür. KENDİ HAKKIMIZI KARDEŞİMİZE DEVRETMEK Îsâr, kendinden koparıp verme, kendi hakkını kardeşine devretme anlamına gelir ki, bugün cemiyetimizde yok denecek kadar azdır. Ancak zekâtın biraz daha ötesine gitmek, onun dışındaki infaklara da fazlaca yer vermek teşvîk edilmeli ve bu iş müesseseleştirilerek düzenli bir şekle konulmalıdır. Bu müesseselerde aynı zamanda İslâmî şuurla hizmet edecek gayretli insanlar yetiştirilmelidir. Ayrıca ümmet-i Muhammed’in istifâde edeceği hastahânelerin, muzdariplerin kalacağı dâru’l-acezelerin huzur evlerinin yapılması da, bugünkü toplum üzerine en ehemmiyetli bir vecîbedir. İnfâka rağbet, bir müminin tabiat-i asliyesi olmalıdır. ALLAH YOLUNDA İNFÂKIN EDEP VE ÂDABI NEDİR? İnfakta gözetmemiz gereken edebi Rabbimiz şöyle bildiriyor “Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, işte onların Allah katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden ezâ gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, hilim sâhibidir. Ey îmân edenler! Allâh’a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız infak ve sadakalarınızı boşa çıkarmayın!..” el-Bakara, 262-264 “Sağ elin verdiğini sol elin duymayacağı” şekilde vermek gerekir. Bu şekilde infâk edenler, günahları affedilen ve kıyâmetin dehşetli ânında Arş’ın gölgesi altında bulunacak olan mes’ud kimselerdir. Bkz. el-Bakara, 271; Buhârî, Ezân, 36 Kişi, kendine verildiğinde gönül huzûruyla alamayacağı kalitesiz ve bayağı şeyleri, fakirlere infak diye vermemelidir. Bkz. el-Bakara, 267 Âyet-i kerîmelerde Rabbimiz, hayır ve hasenatta riâyet etmemiz gereken edebi açıkça bildirmektedir. Yâni kalp kırarak, muhtâcı hor görerek, mihnet vererek ve başa kakarak yapılan bir hayrın Allah katında hiçbir değeri kalmaz. Böylesine kaba ve duygusuz bir kalb ile infâk edenler, verdiklerinin ecrini kendi elleriyle imhâ etmiş olurlar!.. ALLAH'IN CC KIYAMET GÜNÜ KONUŞMADIĞI 3 KİŞİ İnfak, ikram ve ihsânı başa kakmak, sadece yapılan hayrın boşa gitmesiyle kalmaz, Allâh’ın gazabını da celbeder. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir defâsında arka arkaya tam üç kez “–Üç kişi vardır ki, kıyâmet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.” buyurdular. Ebû Zer -radıyallâhu anh- “–Adları batsın, umduklarına ermesinler ve hüsrâna uğrasınlar! Kimlerdir bunlar yâ Rasûlallâh?” diye sordu. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “–Elbisesini kibir ve gururundan dolayı kurula kurula sürüyen, yalan yeminle malını pazarlayan ve verdiğini başa kakan!” buyurdular. Müslim, Îman, 171 Görüldüğü üzere, ardından başa kakma ve mihnet gelen riyâkârca infaklar, kulu sevap yerine azâba dûçâr eden ağır cürümlerdendir. Çünkü kalpler, nazargâh-ı ilâhîdir. İncitilmeye gelmez… İNFAKTA KİBİR VÜCUDA GİRMİŞ ZEHİR GİBİDİR Üstelik zekât ve sadakalar, zenginlerin servetlerinde ilâhî emirle belirlenmiş, muhtâcın en tabiî hakkıdır. O hakkı çıkarıp fukarâya vermek bir lutuf değil, sadece hakkın teslim edilmesidir. Dünyâ serveti, ilâhî bir emânettir. Bunu unutarak, Allâh’ın nîmetlerinin, O’nun bir kuluna ulaşmasına vâsıta olmaktan dolayı nefsine pay çıkarıp da muhtâca mihnet veren riyâkârca hâl ve tavırlar içine girmek; gaflet, hamlık ve nâdanlıktır. O hâlde infakta kibirlenmemek, fakiri hor görmemek, bilâkis kendini fakirin yerine koyup, birgün kendisinin de onun durumuna düşebileceğini tefekkür etmek îcâb eder. Zîrâ zenginlik veya fakirlik biraz cehd işiyse de daha çok baht işidir. Allah zengini fakir, fakiri de zengin kılabilir. Bunlar Hak katında bir üstünlük veya alçaklık ölçüsü değildir. Her ikisi de yalnızca bu âlemdeki bir imtihan şeklidir. Üstünlük yalnızca takvâdadır. O hâlde infâk etmekten dolayı fakire karşı gururlanmak, dünyâ hayâtındaki imtihan sırrından da gâfil olmaktır. Şeyh Sâdî, Bostan adlı eserinde der ki “Birisine iyilik ettiğin zaman; –Ben efendiyim, beyim; o bana muhtaçtır!» diye büyüklenme! Zaman, o muhtaç kimseyi vurmuş deme! Zîrâ vuran kılıç henüz kınına girmemiştir; mümkündür ki o kılıç birgün seni de biçer.” Varlıklı kimseler, kendilerini fukarânın yerine koymayı bilmeli ve; “Rabbimiz bizi onların durumunda, onları da bizim durumumuzda yaratabilirdi. Mâdem bize imkân bahşedip onları muhtaç kıldı, demek ki onları bize emânet etti, zayıfları güçlülere zimmetledi, bizi onlardan mes’ul kıldı ve bize bahşettiği nîmetlerin şükrânesi olarak onlara infak etmemizi emretti…” diye düşünmelidirler… Yine Şeyh Sâdî’nin aynı eserindeki şu nasihatleri de pek mânidardır “Kapına bir garip gelirse, eli boş gönderme. Allah göstermesin belki bir gün sen de garip olur, kapıları dolaşırsın. Gönlü yaralı olanların hatırlarını sor, onlara bak. Belki bir gün sen de o vaziyete düşersin. Sen ki bir şey istemek için kimsenin kapısına gitmiyorsun, buna şükrâne olarak, kapına gelen yoksulu kovma, ona surat asma, onu tebessümle karşıla…” Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur “Seni fakir bulup zengin etmedi mi? Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyeni de sakın azarlama. Ve Rabbinin nîmetini minnet ve şükranla an.” ed-Duhâ, 8-11 Muhtâca nezâketle muâmelenin en mühim kısmı olan başa kakmamak, ezâ vermemek ve kibirlenmemek için, bir hayrı yaptıktan sonra onu hemen unutuvermek îcâb eder. Lokman Hakîm ne güzel buyurur “İki şeyi unutma Allah Teâlâ’yı ve ölümü. İki şeyi de unut Başkasına yaptığın iyiliği ve başkasının sana yaptığı kötülüğü.” Gerçek mânâda infâk ehli bir kul olabilmek; her iki dünyâda da huzur bahşeden çok kıymetli bir nîmettir. Bu ibâdeti lâyıkıyla îfâ edebilenler, Rabbimizin de müjdelediği üzere, kıyâmetin o dehşetli hengâmesinde korkudan ve kederden sâlim kalacaklardır. Bunun içindir ki merhameti sonsuz olan Rabbimiz, yüzlerce âyet-i kerîme ile; ümmetinin üzerine şefkatle titreyen Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- da, sayısız hadîs-i şerîfleriyle bizleri infâkın huzur ve saâdetine ermeye teşvik etmektedir. Cenâb-ı Hak, kıymeti tam olarak âhirette anlaşılabilecek muazzam bir nîmet olan infâkın, bâzı nâdan davranışlar sebebiyle zâyî edilmemesi için, biz kullarını, “infak ve sadakalarınızı boşa çıkarmayın” âyetiyle îkaz buyurmuştur. Mü’min, sehâvet sahibi insandır. Hakîkî sehâvet ise, gözünü kırpmadan, eli titremeden, yağan yağmurlar kadar tabiî bir rahatlıkla, cân u gönülden infâk edebilmektir. Yâni hayır-hasenât, tıpkı çiçeklerin güzel kokularını etraflarına cömertçe ikrâm etmeleri gibi tabiî ve külfetsiz bir şekilde yapılmalı ki, Hak katında bir kıymet ifâde etsin!.. Ancak böyle bir infak, Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olan infaktır. Nitekim âyet-i kerîmede “Sadakaları Allah alır.” et-Tevbe, 104 buyrulmaktadır. Hak dostu Mevlânâ Hazretleri, böylesine nâzik bir hâlet-i rûhiye ile yapılan infâkın bereketini ne güzel ifâde buyurur “Sen varlığını, malını ve mülkünü güzelce infâk et de, bir gönül al! Ki o gönlün duâsı, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin, nûr olsun!..” O hâlde infâk ederken, nasıl ki malımızı veya imkânlarımızı muhtaçtan esirgemiyorsak, bir tebessümü, azıcık bir nezâketi de esirgememek îcâb eder. Hak dostu Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri, bir muhtaç gördüklerinde, şâyet arabada iseler otomobili durdurur, kapıyı açar, muhtâca doğru birkaç adım yürür, vereceği sadakayı tebessüm ve nezâketiyle daha da güzelleştirerek teslim ederdi. Kaynak Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfak-Hizmet, Erkam Yayınları, Altınoluk Dergisi, 2016 – Şubat, Sayı 359, Sayfa 032, Altınoluk Dergisi, 2016 – Şubat, Sayı 359, Sayfa 032, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 1, Erkam Yayınları, 2011, Altınoluk Dergisi, 2008 – Mayıs, Sayı 267, Sayfa 032 İNFAKLA İLGİLİ İKAZLAR İNFAK, ALLAH İÇİNDİR "İYİLERİNDEN İNFAK EDİN" AYETİ İNFAK RAMAZANA MAHSUS DEĞİLDİR İNFAK HATIRLATMALARI İMKANI OLUP İNFAK ETMEYEN ZALİMDİR PEYGAMBERİMİZİN İNFAKI İslam ve İhsan
Kur’an’da sadece üç şey “Allah yolunda” fî sebilillah kaydı düşülerek emredilir Cihad, hicret, infak. Bu kayıt infakı bir yönüyle mali bir cihad kılarken, bir başka yönüyle metâ’dan na’îm’e hicret kılar. Metâ’ daim, sabit ve kâmil olmayandır. Na’îm ise metâ’ın tam tersine daim, sabit ve kâmil olan nimettir, yani cennettir. İnfak terim olarak “yarar veren bir şeyi ona muhtaç olan biriyle karşılıksız paylaşmak” manasına gelir. İnfakın farz olanına zekât adı verilir. Zekât’ın ilk anlamı “artma ve çoğalma”, ikinci anlamı “arı duru hale getirme.”dir. Zekât’ın Kur’ani açılımı, “artmak ve arınmak için ödenmesi gereken bedeli ödemek” demektir. Rasyonel matematiğe göre 40’tan 1 çıkarsa 39, iman matematiğine göre 40’tan 1 çıkarsa 400 kalır. Zekâtı verilen malın artışı, budanan çubuğun üzümündeki artışa benzer. Bu artış meyvenin artışıdır ve buna “bereket” adı verilir. İnfakın nafile olanına fıkıhta sadaka adı verilir. Sadaka, “doğruluk, dürüstlük, sadakat” demektir. Zaten sadakaya da, kişi Allah’ın verdiği servet emanetine “mülkiyet” olarak değil “emanet” olarak bakıp onu paylaştığı için “sadaka” adı verilmiştir. Zira serveti paylaşmak, emanete sadakat, onu biriktirmek ve hasislik yapmak, emanete ihanettir. İnfak’ın Ramazan ayına has olanına fıtr denilir. Fıtrat sadakası, yani zengin olsun olmasın, insanın “varoluş” infakı olduğu için bu adı almıştır. İnfak’ın sırf maldan yapılanına hayr denilir. Kur’an serveti “hayr” olarak isimlendirir. İnfakı anlamanın ve sindirmenin yolu, vahyin inşa ettiği bir servet tasavvuruna sahip olmaktan geçer. Bu tasavvurun yaslanacağı akide de, tevhid akidesidir. “Mülk kimindir?” sorusuna Kur’an’ın defaatle verdiği cevap açıktır Mülk Allah’ındır. Peki, ya mülkten insanın payına düşene ne demeli? Şu bir hakikat ki, bu pay insana emanet olarak verilmiştir. Zira insan bu cihana sahip olmak için değil şahit olmak için gelmiştir. Serveti imana şahit kılmak lazımdır. Bu ise, servete mülkiyet değil emanet gözüyle bakmakla gerçekleşir. Kur’an Kârun tipini serveti emanet değil mülkiyet gören kişinin akıbeti bağlamında zikreder.[1] Kur’an dünyayı ve dünyalığı günah veya pislik gibi görme tavrını da reddeder ve servette denge yolunu gösteren şu duayı talim ettirir وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَآ اَتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى اْلاَخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ “Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik güzellik ver, ahirette de iyilik güzellik ver!”[2]. Kullukta yücelmenin mirac iki kanadı vardır Biri kuldan Allah’a uzanan boyutu temsil eden namaz, diğeri kuldan kullara uzanan boyutu temsil eden infak. Bu çift kanat en güzel ifadesini Mâûn Suresi’nde bulur. Şu âyet de bu hakikati ifade eder وَالْمُقِيمِى الصَّلَوةِ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ “….Namazı hakkını vererek kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler”[3]. Muhterem müminler Şöyle bir sual sorsak Mü’mini kâfirden iman ayırır, ya mü’mini münafıktan ne ayırır? Bu sualin Kur’an’dan yola çıkılarak verilecek en kestirme cevabı “infak”tır. Evet, mü’mini münafıktan infak ayırır.. İnfak kelimesinde, iki dünyalığa dair lugavî bir işaret vardır. Adeta deliğinin biri bu dünyaya diğeri öbür dünyaya açılan bir tünelden bir şeyler göndermeyi ima eder. İnfak eden kimse, aslında infak ettiği şeyi sureta vermiş görünüyorsa da, hakikatte ahirette kendi hesabına göndermiş bulunmaktadır. Kur’an münafıklara şöyle buyurur قُلْ اَنْفِقُوا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا لَنْ يُتَقَبَّلَ مِنْكُمْ اِنَّكُمْ كُنْتُمْ قَوْمًا فَاسِقِينَ- “De ki İster gönüllü infak edin ister gönülsüz; sizden asla kabul edilmeyecektir. Çünkü siz, hepten sapık bir güruh haline geldiniz.” [4]. Ve devamındaki âyette münafıkların infaklarının kabulünün önündeki gerçek engel açıklanır وَمَا مَنَعَهُمْ اَنْ تُقْبَلَ مِنْهُمْ نَفَقَاتُهُمْ اِلاَّ اَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللهِ وَبِرَسُولِهِ وَلاَ يَأْتُونَ الصَّلَوةَ اِلاَّ وَهُمْ كُسَالَى وَلاَ يُنْفِقُونَ اِلاَّ وَهُمْ كَارِهُونَ “Onların infaklarının kabulüne tek engel, Allah’a ve onun elçisine ısrarla nankörlük etmeleridir; onlar namaza hep üşene üşene katılırlar ve onlar her daim gönülsüzce hayır yaparlar”[5]. Muhterem kardeşlerim Kur’an, tüm diğer yükümlülüklerde olduğu gibi, infak konusunda da aşamalı tedrîcî bir yol takip etti. Fakat infak konusundaki aşamalılık ilkesi, diğer konulardakinin tam tersi bir süreç izledi. Namaz, oruç, cihad emirleri içki ve faiz yasağı gibi birçok yükümlülükte azdan çoğa doğru bir seyir izleyen tedric süreci, infak konusunda tam tersine çoktan aza doğru bir seyir izledi. Kanaatimizce bu, İslam cemaatinin ilk dönemlerdeki zaruret durumuyla izah edilebilecek bir şeydi. Tabi ki buradan şu genel hükmü çıkarmak hiç de yanlış olmayacaktı Şartların zorlaştığı benzer dönemlerde, infakta da, zekâtta olduğu gibi oranlı ve sınırlı bir miktardan oransız ve sınırsız bir verme seferberliğine dönülebilir. Bu söylediklerimizin delili ise Bakara Sûresi’nin 219. âyetinde mevcuttur. Bakara Sûresi’nin 3. âyetinde iman ve namazın hemen ardından zikredilen infak, mü’minlere yeni bir mükellefiyet yüklüyordu. Rabbimiz, مَاذَا يُنْفِقُونَ “Nelerden infak edelim?” diye soran mü’minlere, قُلِ الْعَفْوَ “Bağışlanabilen her şeyden infak edin!” buyurdu[6]. İnfakın zorunlu olanına zekât adı verildi. Zekât miktarı Hz. Peygamber tarafından zaman zaman yeniden düzenlendi. Hayvanlarda cinse göre adet üzerinden, para ve ticari emtiada ise oran üzerinden tesbit edildi. En sonunda 1/40 oranında istikrar buldu. Bu kırkta bir oranı sahabe tarafından “hadd-i mutlak” veya “hadd-i a’la” maksimum sınır olarak anlaşılmayıp, “hadd-i edna” minimum sınır olarak anlaşılmış olmalı ki, Hz. Ali kırkta bir oranına “cimrilerin zekâtı” dedi. Demek ki, zekât oranlarının anlamı “Alt sınır bu, ötesi ise Allah’a olan imanınızın,güveninizin derecesine kalmış” demekti. Esasen Kur’an’la inşa olmuş bir akla sahip olan Hz. Ali’nin sözünde dile gelen bu hakikatin kaynağında da yine Kur’an vardı. Zira Kur’an infak konusunda mü’minlere Allah’ın cömertliğini hatırlatıyordu مَثَلُ الَّذِينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ فِى سَبِيلِ اللهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فِى كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍ وَاللهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَآءُ وَاللهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak veren ve her başakta yüz dane bulunan tohuma benzer. Allah dilediğine kat kat verir Zira Allah rahmetiyle sınırsızdır, her şeyi tarifsiz bilendir”[7]. Bu âyet, yürek kulağı olup gönlüyle dinlemeyi bilene çok şey söylüyordu. İlk söylediği şey şu hakikatti Allah için vermek, vermek değil almaktır. Bu, tıpkı Hz. İbrahim’in evladını infak edişine benziyordu. O İsmail’ini göz kırpmadan verdi, Allah ondan İsmail’ini almadığı gibi, üzerine bir de İshak koydu. Âyetin söylediği ikinci hakikat şuydu Allah’ın kulun infakına karşılık olarak bire yedi yüz verdiğine iman eden kul, hep daha fazlasını vermeğe çalışmalıdır. Esasen âyetteki “bire yedi yüz” rakamı, “hadsiz ve hesapsız karşılık”tan kinayedir. Sevgili kardeşlerim Kur’an bir infak ahlakı inşa eder. Bu konu Kur’an’a göre o kadar önceliklidir ki, 23 yıllık peygamberlik sürecinin daha ilk inen üçüncü pasajı olan Müddessir Sûresi’nin 6. âyetinde şöyle buyurur وَلاَ تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُ “İyilik yapmayı kazanç kapısı haline getirme!” veya “Allah için yaptığın iyiliği çok görme!”[8] Bu nehiy, “infak ahlakına” dair bir nehiydir. Âyette geçen el-mennu, yardım edenin yardım alana iyiliğini hatırlatması, bir tür baş kakıncı yapmasıdır. Hasan Basri, âyetin istiksar’ı yasakladığını söylemiştir. İstiksar, “daha fazlasını elde edeceği beklentisiyle vermek”; kaz gelecek yerden tavuğu esirgememektir. Bu tutum infak ahlakına aykırıdır, zira gerçekte mülkün tamamı Allah’ındır ve buna kulun kendisi de dâhildir. Dolayısıyla kulun vermesi, hakiki değil mecazi anlamda bir vermedir. Hakikatte veren de Allah’tır, verdiren de. Veren kul, kendisine vermeyi nasip ettiği için Allah’a şükür borçludur. İnfak ahlakını derli toplu işleyen Kur’an pasajlarının başında Bakara 261-274. âyetleri gelir. Bakara 262 ve 263. âyetler, infakı anlamlı kılanın ancak “infak ahlakı” olduğunu şöyle beyan eder اَلَّذِينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ فِى سَبِيلِ اللهِ ثُمَّ لاَ يُتْبِعُونَ مَا اَنْفَقُوا مَنًّا وَلآ اَذًى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُون - قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَآ اَذًى وَاللهُ غَنِىٌّ حَلِيمٌ َ “Mallarını Allah yolunda infak edip de, sonra infak ettiklerini başa kakıp gönül incitmeye kalkışmayanlar, ödüllerini yalnızca Rabb’leri katında alacaklardır. Artık onlar gelecekten endişe duymayacaklar, geçmişten dolayı mahzun olmayacaklar. Gönül yapan hoş bir söz ve rahmet dileme, arkasından incitmenin geldiği bir yardımdan daha hayırlıdır. Ve Allah kendi kendine yetendir, cezalandırmadan önce fırsat tanıyandır.”[9] Demek ki, infak edip başa kakanlar ödülden mahrum kalacaklardır. Bunun manası ise açıktır İnfak ehli olup infak ahlakından mahrum olmayanlar, yani karşılığını almak için iyilik yapmak yerine iyilik yapmayı kendisine verilmiş en büyük ikram bilenler, Kerîm olan Allah’tan fazladan bir ödül alacaklardır. Devamındaki âyet ise, “İnfak edip de ardından inciteceksen, yani deyimsel ifadesiyle kaşığıyla verip sapıyla gözünü çıkaracaksan’, bırak yapma!” der gibidir. Bu âyetlerin ardından, yine infak ahlakına dair âyetler sıralanır يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا لاَ تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَاْلاَذَى كَالَّذِى يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَآءَ النَّاسِ وَلاَ يُؤْمِنُ بِاللهِ وَالْيَوْمِ اْلاَخِرِ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًا لاَ يَقْدِرُونَ عَلَى شَىْءٍ مِمَّا كَسَبُوا وَاللهُ لاَ يَهْدِى الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ “Siz ey iman edenler! İnsanlara gösteriş için malını harcayan, Allah’a ve ahiret gününe de inanmayan kimse gibi başa kakarak ve gönül inciterek yardımlarınızın sonucunu iptal etmeyiniz! O kişinin hali, üzerinde biraz toprak bulunan bir kayaya benzer bir sağanak yağar, onu cascavlak bırakıverir. İşte bu gibilerin yaptıklarından hiçbir kazançları olmaz. Zira Allah kâfir/nankör bir topluma asla rehberliğini bahşetmez”[10]. Sonunda başa kakılan ve gönül inciten bir yardım, Allah adına değil, gösteriş için yapılan bir yardımdır. Allah’ın gördüğüne yürekten inanan birinin sırf başkaları görsün diye iyilik yapması, o iyiliğin dayandığı ahlaki dinamikleri tahrip eder. Ahlaki olandan hareketle yapılmamış bir iyilik, sonuçta gerçek bir iyilik değil, iyilik kisvesi altına saklanmış bir aldatış ve aldanıştır. “Ne gibi?” sorusuna cevabı âyet veriyor فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًا “Üzeri ince bir toprak tabakasıyla örtülmüş bir kaya gibi.” Yağan rahmet, üzerini ince bir toprakla örtmüş kayada bitki bitirmez, sadece onun maskesini sıyırır. Esasen tohum saçan için bu da bir rahmettir. Hiç değilse tohumunu kayalara saçarak zayi etmez. Fakat kendisi infak ahlakından yoksun olduğu halde infak etmeye kalkan kişi, bu haliyle topraktan bir maske altına saklanan kaya durumuna düşmüştür. Yani infakı nifakına panzehir olacak yerde, perde olmuştur. İşte Bakara 264. âyet bu hakikati beyan etmektedir. Bunun devamında yer alan 265. âyet ise, oradakinin tersine, infakını sırf Allah rızası için yapan kimsenin durumunu tasvir etmekte وَمَثَلُ الَّذِينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ابْتِغَآءَ مَرْضَاةِ اللهِ وَتَثْبِيتًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ اَصَابَهَا وَابِلٌ فَآتَتْ اُكُلَهَا ضِعْفَيْنِ فَاِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّ وَاللهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ “Müminlerden, mallarını Allah’ın rızasını kazanmak ve gönül-lerinde olan imanı kökleştirmek için harcayanların durumu da, tepe üzerinde olan bir bahçeye benzer ki, bol yağmur değince ürününü iki kat olarak verir, bol yağmur yağmasa bile, en azından bir çisinti düşer de, yine çokca ürününü verir. Allah tüm yapmakta olduklarınızı görendir.[11] Ve böyle birini “verimli bir bahçeye” benzetmektedir. İnfak ahlakıyla ilgili bu pasajın içerisinde yer alan 267. âyet infak ahlakından mahrum olmanın bir başka boyutunu ele almaktadır Sahip olduğunun en kötüsünü vermek. Bu bir “Kabil kompleksi”dir. Kur’an’ın naklettiği Âdem’in iki oğlu kıssa-meselinde, Habil sahip olduğunun en iyisini Allah’a kurban sunarak onun rızasını celbetmiş, Kabil ise sahip olduğunun en kötüsünü Allah’a kurban sunarak Allah’ın gazabını celbetmiştir. Habil’in kurbanı onu Allah’a yaklaştırırken, Kabil’in kurbanı onu Allah’tan uzaklaştırmıştır[12]. Burada sorun infak etmekten mahrum olmak değil, infak ahlakından mahrum olmaktır. Bunun neticesinde Kabil kardeşini kıskanmış, o kıskançlık da onu kardeş katili olmaya götürmüştür. Bu lanetli süreci başlatan unsur, yaygın kanaatte olduğu gibi kıskançlık değil, onun da arkasında yatan “dünya sevgisi”dir. Hz. Peygamber’in حُبُّ الدُّنْيَا رَأسُ كُلِّ خَطِيئَةٍ، وَحُبُّكَ الشَّىْءَ يُعْمِى وَيُصِمُّ “Dünya sevgisi tüm kötülüklerin başıdır” muhteşem tesbitini, bu olay ışığında anlamak icap eder. Dünya sevgisi, insanın manevi direnç sisteminde zaafa yol açar. Bu zaaf artık Şeytan’ın üzerinde çalışabileceği ve insanın aleyhine kullanabileceği manevi bir “virüs”e dönüşebilir. O virüs, açlık korkusudur. Aç olanı bir ekmek doyurur, fakat açlık korkusu çekeni dünyanın tüm fırınları doyuramaz. Bakın infak ahlakıyla ilgili pasajın içerisinde yer alan şu âyet, bu hakikati nasıl dile getiriyor اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَآءِ وَاللهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلاً وَاللهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise size katından bir bağış ve daha fazlasını vaad eder”[13]. İnfakın açıktan veya gizli yapılması meselesi de bir infak ahlakı meselesidir. İnfakın açıktan yapılması infak ahlakındaki bir zaafa delalet etmez. Yeter ki bu isteğin arkasında görünme ve gösterme tutkusu yatmasın. Fakat gizli olması, Allah’ın daha hoşuna gider. İşte infak ahlakıyla ilgili pasajın sonlarında yer alan şu âyet bu hakikati dile getirir اِنْ تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِىَ وَاِنْ تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَرَآءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَيُكَفِّرُ عَنْكُمْ مِنْ سَيِّئَاتِكُمْ وَاللهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ “Eğer yardımları açıktan yaparsanız, o da hoş. Yok eğer onu ihtiyaç sahiplerine gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına kefaret olur. Zira Allah yaptıklarınızın tümünden haberdardır”.[14] Bu âyetin ardından gelen âyet şöyle başlar لَيْسَ عَلَيْكَ هُدَيهُمْ وَلَكِنَّ اللهَ يَهْدِى مَنْ يَشَآءُ “Ey Peygamber! İnsanların hidâyeti senin elinde değildir; lâkin Allah isteyenin hidâyetini diler”[15]. Âyetin hem önü, hem arkası, hem de bu cümlelerden sonrası infak ahlakıyla ilgilidir. Dolayısıyla arada yer alan bu cümlelerin de pasajın konusuyla doğrudan bir irtibatı olması lazım gelir. Peki, nedir bu irtibat? Nüzûl sebebini göz önüne aldığımızda, ortaya, âyetin bu kısmıyla ilgili şu çarpıcı gerçek çıkmaktadır Yoksula yardım o kadar hasbi ve o denli karşılık beklentisi olmadan yapılmalıdır ki, değil kişisel menfaat ve minnet altına alma, onu sapık bulduğunuz inanç ve düşünce dünyasına müdahale için bir araç olarak dahi kullanmamalısınız. Neden mi? Nedeni âyette Çünkü hidayet Allah’tandır. Hidayet kişinin kendisine iyilik yapanın hatırı için onun istediği yola girmek değil; hakkın hatırına, kişinin özgür iradesiyle Allah’a teslim olmasıdır. Zaten âyetin devamında infak ve infak ahlakıyla ilgili tüm emir ve nehiylerin maksadu’l-makasıdını veren muhteşem cümleler gelir وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللهَ بِهِ عَلِيمٌ “Hayır için harcadığınız herhangi bir şey kendi yararınızadır Bundan çıkarı olan Allah değil sizsiniz; yeter ki Allah’ı kazanmak için harcayın!”[16]. Allah’ı kazanan neyi kaybeder, Allah’ı kaybeden neyi kazanır? Kur’an infakın sahibini cennete götüren bir yol, cimriliğin de sahibini cehenneme götüren bir yol olduğunu şu âyetlerle îmâ eder فَاَمَّا مَنْ اَعْطى وَاتَّقى . وَصَدَّقَ بِالْحُسْنى . فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرى . وَاَمَّا مَنْ بَخِلَ وَاسْتَغْنى . وَكَذَّبَ بِالْحُسْنى . فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْعُسْرى “Her kim Allah için karşılıksız verir ve Allah’a muhtaç olduğunun bilinciyle hareket eder ve daha güzeliyle ödüllendirileceğine inanırsa; işte ona rahatlık ve mutluluğun zirvesine giden yolu kolaylaştırırız. Kim de cimrilik yapar ve kendi kendine yettiğini zanneder, En Güzel’in vahyini yalanlarsa; işte ona da zorluk ve felaketin en dibine giden yolu kolaylaştırırız.”[17] Bu âyetlerin yer aldığı Leyl Sûresi Mekke’de, peygamberliğin ilk yıllarında inmiştir. Fakat sahabe bu âyetlerle Medine’de olan bir olay arasında ilişki kurmuştur. Bu, sahabe neslinin, vahyi sürekli nazil olmaya devam eden bir hitap olarak gördüğünün ifadesidir. İşte İbn Abbas’tan bu âyetlerle irtibat kurularak nakledilen ibretlik bir infak rivayeti “Ensar’dan birinin hurması, yetimleri olan yoksul komşunun bahçesine ağmaktadır. Bu dallardan dökülen hurmaları komşu evin çocukları yemektedirler. Bahçe sahibi bir gün hışımla gelir, toplanmış hurmaları alır ve çocukları döver. Olay Allah Rasulü’ne intikal edince bahçe sahibini çağırtır ve o ağacın meyvesini vakfetmesi durumunda kendisine Allah’tan ahirette bir bahçe vermesi için dua edeceğini vaat eder. Sonuçta servete sahip değil servete ait olduğu anlaşılan adam bu muhteşem fırsatı teper. Bu olayı duyan Uhud gazisi Sabit b. Dahdah el-Belevi iki gözü iki çeşme Allah Rasulü’ne gelerek “Duanın aynısı benim için de geçerli mi?” diye sorar ve Medine’nin en değerli hurmalıklarından olan bahçesine karşılık o ağacı alarak vakfeder” İbn Ebi Hatim. Rivayetin bir varyantında, infaktan kaçınan adam “münafıklardan biri” olarak değerlendirilmiştir. Bu da ilk nesillerin tasavvurundaki infak-nifak karşıtlığını gösterir. Sözün özü İnfak nifakın panzehiridir. Rabb’im bizleri nifaka karşı infak aşısı yaptıran münfikîn’den eylesin. Âmin. [1] Kasas 76-84 [2] Bakara 201 [3] Hac 35 [4] Tevbe 53 [5] Tevbe 54 [6] Bakara 219 [7] Bakara 261 [8] Müddessir 6 [9] Bakara 262 ve 263 [10] Bakara 264 [11] Bakara 265 [12] Maide 27-30 [13] Bakara 268 [14] Bakara 271 [15] Bakara 272 [16] Bakara 273 [17] Leyl 5-10
“Kârlı ticaret işte budur!” Gençlik çağını Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin hizmetinde geçiren ve çok hadis rivayet eden sahabe Hz. Enes radıyallahu anhu anlatıyor “Medine’de ensar arasında en fazla hurmalığı bulunan Ebû Talha radıyallahu anhu idi. En sevdiği malı da Mescid-i Nebevî’nin karşısındaki Beyruhâ adlı hurma bahçesiydi. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem de bu bahçeye girer ve oradaki tatlı sudan içerdi. “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, birre iyi kulların derecesine eremezsiniz.”Âl-i İmrân; 92 ayet-i kerimesi nazil olunca, Ebû Talha Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanına geldi ve – Ya Resulallah! Cenâb-ı Hak sana “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, birre eremezsiniz” âyetini gönderdi. En sevdiğim malım Beyruhâ adlı bahçedir. Onu Allah rızâsı için sadaka ediyorum. Allah’dan onun sevabını ve ahiret azığı olmasını dilerim. Beyruhâ’yı Allah’ın sana göstereceği şekilde kullan, dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu – Ne mutlu sana! Kârlı ticaret işte budur! Seni duydum, Ebu Talha. Onu akrabalarına vermeni uygun görüyorum. Ebû Talha – Öyle yapayım ya Resulallah, dedi ve bahçeyi akrabaları ve amcasının oğulları arasında taksim etti. Buhârî, Müslim Malın infak edilmesi şartı Ashabı kiram, bir ayet nazil olduğu zaman hemen onunla amel etmeye koşuyorlardı. Kendilerinden bir fedakârlık istendiği zaman, “Bir başkası yapsın” diye sağlarına sollarına bakmıyorlar, hemen öne atılıyorlardı. Onlar işte bu sayede üstün ve örnek oldular, gökteki yıldızlar gibi yolumuzu aydınlattılar. Tabiîn nesli ve daha sonra onları örnek alan zahidler, abidler ve sûfiler de bu ahlakı benimsediler. Öyle ki, Ferüdiddin Attar hazretleri, tasavvuf yolunun büyüklerinden Cüneyd-i Bağdadî’nin, kendisinden feyz almak içi sohbet halkasına katılmak isteyenlere malını mülkünü dağıtmasını şart koştuğunu nakleder. Tasavvuf yolunda nefse ve dünyaya karşı arzuları azaltıp, Allah’a ve ahirete karşı rağbeti artırmanın birinci şartı olarak, malını infak etmek şartı koşulmuştur. Malumdur ki, insan elindeki varlıkları en çok sevdiği şeye veya kişiye harcar. Harcadıkça da sevgisi ziyadeleşir. Çünkü kendi nefsinden kısıp ona verdikçe, onun sevgisini kazanır. İnsan kendini nereye ait hissederse yatırımını oraya yapar. Kendini dünyaya ait hissederse dünyasını mamur etmeye bakar; ama dünyada fani olduğunu, asıl vatanının ahiret olduğunu idrak ederse yatırımını ahirete yapar. Sufilerin cömertlik ahlakına dair menkıbelerden birinde anlatılır; samimi bir sûfi, malını mülkünü cömertçe dağıtıyordu. Akrabaları onu şikayet etmek için sohbet arkadaşlarına geldiler. “Her şeyini dağıtıyor, ilerde yoksul düşüp perişan olmasından korkuyoruz. Ona biraz nasihat edin” dediler. Sohbet arkadaşları kendisine neden böyle yaptığını sorunca sûfi şöyle cevap verdi “Bir insan bir yere taşınacaksa artık arkasında mal mülk bırakır mı?” Gönlünü Allah’a ve ahiret yurduna bağlamış olan samimi bir mümin için dünya, konulup göçülen bir uğrak yeridir. Burada fazla yerleşmeye bakmaz, elindekileri önden gönderir. Elbette bu insanın imandaki derecesiyle alakalıdır. Tasavvuf yolunun esaslarını anlattığı risalesinde İmam Kuşeyrî, cömertliğin dereceleri olan sehâ cömertlik, cud el açıklığı ve îsâr başkalarını nefsine tercih meselesi hakkında şöyle demektedir “Hak dostlarının cömertlik ahlakında ilk mertebe sehâdır. Her kim ki elindeki imkânlarının birazını verir ve biraz da kendine bırakırsa o kimse sehâ sahibidir. Her kim ki elindekinin çoğunu verir; kendisi için az bir şey bırakırsa, işte bu kimse de sâhib-i cûd’dur. Her kim ki verme hususunda başkasını kendi nefsine tercih ederse, işte o kimse îsâr sâhibidir.” İnfakta destan yazanlar… Sahabe-i kiramın büyükleri ellerine geçen imkânları Allah yolunda infak etme hususunda birer destan kahramanı gibiydi. Bilhassa Hz. Ali ve Hz. Fatıma radıyallahu anhuma, çok dar imkânlarla geçinmeye çalışırken dahi ellerindekini veriyorlardı. Onların, üst üste üç gün, tek yiyecekleri olan arpa ekmeğini tam iftar vaktinde kapıya gelen muhtaçlara verip, suyla iftar ettikleri rivayet edilmiştir. Onlar, kendileri muhtaç iken elindeki son nimeti de Allah rızası için vermek gibi yüksek bir ahlaka sahiptirler. İşte tasavvuf ehli, onların bu yüksek ahlakına fütüvvet ahlakı demiştir. Fütüvvet, delikanlılık, yiğitlik manasına gelir ama daha çok arkadaşını kendinden çok düşünmek ve onun için cömertlik ve kahramanlık yapmak manasında kullanılır. Tasavvuf ehli de Allah yolunda din kardeşini kendi nefsine tercih etmeyi böyle yüksek bir ahlak olarak görmüştür. Esasen insan kendi nefsinden kısmadan asla infakta bulunamaz. Çünkü insan imkânları kısıtlı, ihtiyaç ve arzuları ise sınırsız derecede çok olan bir varlıktır. Elbette bu sebeple eline geçeni hırsla sahiplenmeye, biriktirip yığmaya temayülü vardır. Herkesin malı, mülkü, parayı sevmek için kendince bahanesi vardır. Kimi tokluk, rahatlık, çalışmadan yaşamak gibi basit seviyede gayeler için malı sever, kimi aile kurmak, çoluk çocuk yetiştirmek için… Kimisi başkalarına el açmamak, zillete düşmemek, şerefiyle yaşamak için imkân sahibi olmak ister. Kimisi ise başa gelebilecek hallere karşı bir kenarda biraz birikimi olsun diye arzu eder. Çünkü para her kapıyı açan bir anahtar gibi görülür, maddi imkânların her sorunu çözebileceği zannedilir. Veren Allah’tır Aslında düşünülecek olursa, para ve mal insana Allah’ın takdir ettiği şeylerden öte hiçbir şey sağlamaz. Bir insanın sıhhati olmasa, altından taht üzerinde otursa da afiyet içinde yiyip içemez; rahat bir gece uykusu geçiremez. Allah insana hayırlı bir aile ve evlat nasip etmese, para hiçbir meseleyi çözmez. Şeref ve izzeti veren de Allah’tır; insan hasbelkader bir musibete uğrar da saygınlığını kaybederse para onu geri getirmez. Allah-u Zülcelâl insanı bir belaya uğratmayı dilemişse, hırsla topladığı mal ve paralar onu muhafaza etmez. Allah dilerse onu malın mülkün fayda vermeyeceği belalara uğratabilir yahut elindekileri bir musibetle yok edebilir. İşte memleketimize sığınan Suriyeli kardeşlerimizin durumu, buna en güzel örnek değil mi? Onlar da tıpkı bizler gibi, işi gücü, evi barkı, tahsili, makamı, çevresi, itibarı olan kişilerdi. Ülkelerinde iç savaş ve katliamlar başlayınca hayatta kalan çoluk çocuklarını alıp alelacele komşu ülkelere sığındılar. Şimdi ne dükkanları var, ne daireleri, ne tarlaları, ne düzenli maaş aldıkları işleri… Kendi memleketlerinde geçerli olan diplomaları burada geçmiyor, orada tıp, mühendislik okumuş gençler bile tekstil atölyelerinde üç kuruşa çalışarak ailelerine nafaka götürmeye durum onlara mahsus değil; pekala bizim de başımıza gelebilir. Bir depremle yok olur saltanatımız… Mesela devamlı bahsettikleri deprem ağır bir yıkıma sebep olsa, ne yapabiliriz? Adapazarı depreminden sonraydı, burada apartmanı olan bir iş adamı fakir düşmüştü. Aslında apartmanını bizzat kendi yaptırmış ve çok kaliteli malzeme kullanmış. Zaten apartman yıkılmamış, ama temel sarsılınca ve yan taraftaki bina onun üzerine doğru yıkılınca eğilmiş ve oturulamaz hale gelmiş. Bu gibi örneklerden de anlaşılıyor ki elimizdeki hiçbir şey mutlak manada bir güç kaynağı değildir; bizi hiçbir şeyden korumamaktadır. Allah’ın insan için takdir ettiği neyse o olmaktadır. Buna tam manasıyla inanmış bir mümin asla mala mülke gönül bağlamaz; onu mutlak bir güç kaynağı saymaz. Aksine elinde bulunanları bir emanet bilir; Allah’ın emri ve rızası doğrultusunda sarf eder. Çünkü bilir ki, ya o mal bir süre sonra elinden çıkacak yahut o malını bırakıp ölecek! İşte yaşadığı müddet içinde, önden gönderdikleri kendisine fayda verecek… İnfak edene pişmanlık yok! Bir insan için dünya ve ahirette arzu edilecek en büyük nimet, huzur ve selamettir. İnsanın korku ve üzüntülerden kurtulması, tam bir huzura kavuşması ne büyük bir mükafattır. İnsanı infak etmekten alıkoyan en büyük endişe, “Ya verdiğim için yoksul düşersem, gayri ihtiyari üzüntü duyar, verdiğim için pişman olur da iyiliğimi boşa çıkarırsam” korkusudur. Hâlbuki şimdiye kadar, sırf Allah rızası için, halisane bir niyetle infakta bulunup da sonra pişman olan kimse olmamıştır. Çünkü bu konuda Allah’ın garantisi vardır, Allah-u Zülcelâl kendi rızası için infak edenlere üzüntü ve korku çektirmeyecektir. Allah-u Zülcelâl, malını infak edenlere çok büyük bir müjde veriyor “Mallarını gizli ve açık olarak gece ve gündüz harcayan kimseler var ya, iste onların Rableri katında güzel karşılıkları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” Bakara; 274 Bunu gerçek hayatta birçok örnekte açıkça görebiliriz; Allah-u Zülcelal, rızası için harcama yapanlara muhakkak, ya yerine daha hayırlısını verir veya o kişiyi mala, mülke muhtaç olmaktan müstağni ihtiyaçsız kılar. Mesela bir hanım tanıyorum, hep fakir kuran kursu talebelerine burs verirdi, sonra kocası iflas etti. Onun çocukları da başkalarının verdiği bursla okudu ve faydalı insan oldular. Belki de Allah-u Zülcelâl onlara babalarının malından daha helal bir rızık nasip etmişti. Eğer zamanında vermemiş olsaydı, iflas sırasında elinden her şey gittiği gibi o verdikleri de gidecekti. Allah-u Zülcelâl, kulunun sevdiği şeyleri halisane bir şekilde, sırf Allah’ın rızasını arayarak harcamasına değer vermektedir. Bilhassa Müslümanların dar günlerinde, İslam’ın henüz zafere ulaşmadığı, sıkıntılı ve kuşkulu bir dönem geçirdiği imtihan zamanlarında Allah’a iman ve tevekkül ederek parasını harcayanı daha farklı mükâfatlandırmaktadır. Müslümanlar Mekke’yi fethedip Arap yarımadasında hakim duruma gelince birçok kişi Müslüman olmuştu. Allah-u Zülcelâl, ilk Müslümanların fetihten önceki dönemde yapmış olduğu fedakârlıkların daha üstün olduğunu bildirerek yeni Müslümanların bolca hayır hasenat yapmaya davet etti “Niçin malınızı Allah yolunda harcamıyorsunuz? Oysa gökler ve yer Allah’a miras kalacaktır. İçinizden Mekke fethinden önce mal harcayanlar ve savaşanlar, daha sonra mal harcayanlar ve savaşanlarla bir değildirler. Onların derecesi daha sonra mal harcayıp savaşanların derecesinden daha üstündür. Bununla birlikte Allah her iki gruba da en güzel ödülü vadetmiştir. Allah sizin neler yaptığınızı bilir.”Hadid; 10 Malumdur, bir ticarette veya yatırımda risk yüksekse ekseriyetle kâr da yüksek olur. Bunun gibi, İslam’ın zayıf olduğu zamanlarda bu dinin mutlaka üstün geleceğine iman edip, tabiri caizse, buna yatırım yapmak, elbette daha üstün bir mükâfat getirecektir. Esasen Allah’ın kimsenin fedakârlığına ihtiyacı yoktur, ancak bizim kendimizdeki imanı kökleştirmek için böyle fedakârlıklara ihtiyacımız vardır. Ruh ve nefsin çağrısı İnsan her sabah yatağından kalktığında, iki çağrıya muhatap olur; ruhu Allah’a ve ahirete çağırırken, nefsi dünyalık elde etmeye çağırır. Ne yazık ki nefis çok arsızdır, hiç susmaz; hiç vazgeçmez, insanı kendi hevesatının peşine düşürmek için türlü hileler yapar. Ruh ise nazlıdır, kendisine değer verilmezse susar, vazgeçer. Bu sebeple kişi arsız nefsinin elinden yakasını kurtarmak için onu biraz zayıflatmalı ve gücünü, etkisini kırmalıdır. Nazlı olan ruhunu diri tutmak için ona daha fazla değer vermeli, onu güçlendirmeli, aziz ve şerefli tutmalıdır. İnsan malı mülkü çok, imkânları geniş olduğu müddetçe dünyayı sever, ahireti unutur. Nefsi dünya zevkleriyle keyiflendikçe azgınlaşır. Benliği dünyevi üstünlüklerle şımardıkça dik başlı hale gelir, Allah’a boyun eğmekten yüz çevirir. Bir yoksula hatası için uyarıda bulunulsa her ne kadar öğüdünü tutmasa bile en azından sert cevap vermez ama malı mülkü, makamı ile şımarmış bir kişi, öğüdünü tutmadığı gibi bir de karşısındakini azarlar. Bu da nefsin dünyalıkla nasıl kabardığının ispatıdır. Bizler, Allah-u Zülcelâl’in ulu’l-azm Peygamberlerinin istemediği veya kendilerine verilmemiş şeylere talip oluyor ve bunları kendimiz için iyi zannediyoruz. Hâlbuki iyi olsaydı, Allah-u Zülcelal Hz. Musa aleyhisselamı, mazlum ve müstazaf bir kavmin peygamberi değil, güçlü kudretli ülkenin padişahı yapardı. Yahut Hz. İsa aleyhisselamı kavminin önde gelenleri tabi olur, onu liderleri ve ordularının komutanı seçerlerdi. Peygamberimiz, Allah’ın Habibi idi, ne istese verilirdi ama Allah’tan dünyalık bir şey istemedi; dua hakkını bile ahirette şefaat etmek için sakladı. Dünyada eline ne geçtiyse Allah’ın rızasını kazandıracak yerlere sarfetti, fakir gibi yaşadı. Bizler onun gibi olamıyorsak bile hiç değilse dünyalık biriktirdiğimiz kadar ahirete de yatırım yapalım. Kendi çocuklarımızı düşündüğümüz gibi ümmetin yoksul mültecilerini düşünelim. Belki de verdiğimiz bir miktar sadaka bizi daha büyük felaketlerden koruyacak. Bizim kapımıza gelmiş muhtaçlara el uzatırsak belki onların durumuna düşmekten muhafaza olacağız. Bu bizim için bir nimet sayılmaz mı?
allah yolunda infak ile ilgili kıssalar